önsöz

6K 163 63
                                    

Neslihan Soysalan, her zamanki gibi çok parlak olan gülümsemesiyle kapıdan içeri girdi. Elbette eskisi kadar bakımlı görünmüyordu ama hala çok güzeldi ve çok güzel bir gülümseme takınması gerekiyordu. Oğlu gelmişti çünkü, oğlu zaten onun için çok çabalıyordu ve annesini mutlu görüp mutlu olmalıydı en azından.

Hızla sandalyeye oturdu ve elini ahizeye uzattı, oğlu çoktan ahizeyi kulağına koymuş onu bekliyordu zaten. Oğluyla birlikte her zaman yaptıkları gibi ellerini cama koydular, böyle yapınca el ele tutuşmuş gibi hissediyorlardı çünkü.

“Hoş geldin bitanem.” Alaz annesine kocaman gülümsedi. Gözleri nemliydi ama gülümsemeyi ihmal edemezdi. Zaten çok uzun süredir gözleri nemliydi.

“Nasılsın anne? Sana kötü davranmıyorlar değil mi?” Neslihan hemen kafasını olumsuz anlamda salladı. Alaz bunu her zaman soruyordu ve Neslihan her seferinde hayır diyordu, gerçekten de kendisine kötü davranmıyorlardı zaten.

“Canım, Çağla bana okulu dondurduğunu söyledi. Hani ihmal etmiyordun Alaz, dondurmak ne?” Alaz içinden küfretti. Alaz okula çok uzun zamandır uğramıyordu ve bu konuda annesine yalan söylüyordu. Annesi üzülemezdi çünkü, içerde yeterince üzülüyordu zaten.

Neslihan Soysalan’ın en büyük oğlunu kaçıran kişinin kocası Serhan olduğunu öğrenip adamı öldürmesinin üzerinden 1 yıl geçmişti. Bu 1 yılda Alaz kendini tamamen abisini bulmaya adamıştı, bunu annesine borçluydu çünkü.

Ali Soysalan kaçırıldığında 7 yaşındaydı. Alaz’dan 3 yaş büyüktü ve kaçırıldıktan 1 ay sonra kendilerine bir derede Ali’ye benzeyen bir erkek çocuğu cesedi bulunduğu söylenmişti ve ailenin teşhis etmesini istemişlerdi. Elbette bu yüce görev babaları Serhan’a düşmüştü ve o da teşhis ettiğini, oğullarının öldüğünü söylemişti.

Aradan 17 yıl geçti. Ailenin yası azaldı. Elbette unutmadılar ama o acı ilk günkü kadar taze kalmadı. Diğer çocuklar büyüdü ve hayat herkes için devam etti. Ali’yi kimin ne sebeple öldürdüğü ise asla bulunamadı.

Fırtınalı bir Ocak günü Neslihan’a bir zarf geldi, yıllar önce oğlunu kocasının kaçırttığını söyleyen bir zarf. Serhan bunu inkar etmedi çünkü kendine göre bunu yapmak hakkıydı, karısı başkasından peydahladığı çocuğu kendisine kitlemişti, halbuki adam bunu ilk başta sorun etmemişti bile.
Birkaç dakika sonra Serhan mutfaktan alelacele alınan bir bıçak kalbine saplanmış şekilde can verdi. Neslihan öldüğünden emin olana kadar ambulans çağırmalarına izin vermedi ve yanlarına kimseyi yaklaştırmadı.

Soysalanlar Serhan’ın mezarında soyadlarının yazmasına bile izin vermediler. Adamın 3 çocuğu da o mezara bir kez bile gitmediler zaten.

Şimdiyse hapishanenin görüş odasında Alaz eli annesinin elini koyduğu camın üzerinde sevgiyle annesine bakıyordu. Her geldiğinde annesine çok yaklaştığını, abisini bulmak üzere olduğunu söylüyordu. Hala bulamadığı için özürler diliyordu. Annesi ise her seferinde sorun olmadığını ve hayatına devam etmesini söylüyordu oğluna.

Ama Alaz hayatına devam edemiyordu.

Önce gerçekten ölmüş olabileceğini düşünerek bütün faili meçhul cinayetleri araştırdılar. Abisi ölmemişti, en azından bildikleri kadarıyla ölmemişti. Sonra bir yetimhaneye verilmiş olabileceğini düşündü ama artık 25 yaşında olacağı için hala yetimhanede olamazdı. Biraz da paranın ve soyadın faydasıyla evlatlık verilmiş bütün erkek çocuklarını araştırdılar ve bir şey çıkmadı. Sonra yaşını doldurup yetimhaneden ayrılan tüm erkekleri araştırdılar ve yine bir şey çıkmadı. Yetmedi Alaz belki şehir dışına gitmiştir diyerek aynı işlemleri Türkiye’nin tüm şehirleri için uyguladı ve yine bir şey çıkmadı.

Alaz için en korkunç ihtimaller bilmediği bir şekilde ölmesi ve yurtdışında yaşıyor olabileceğiydi. Onun dışında biraz daha iyi olan ihtimal ise abisinin kayıtsız bir şekilde sokaklarda bir yerlerde hayatını sürdürmesiydi. Belki adını değiştirmişti, belki çocukluğundaki gibi esmer kara kaşlı kara gözlü birisi değildi ve belki de berbat bir herif olup sokaklarda olmanın hıncıyla türlü türlü kötü işe bulaşmıştı ama Alaz’ın umurunda bile değildi, her ne şekilde olursa olsun abisine ulaşmak istiyordu.

“Anne biliyor musun bir yer varmış, cehennemin dibi diyorlarmış orada yaşayanlar. Orada bir sürü sokak çocuğu varmış büyüklü küçüklü... Gerçi daha önce de böyle yerler bulmuştum ve bir şey çıkmamıştı ama…”

“Annecim bak.”

“Anne bir dinle. Büyük çocuklar da varmış orada. Abim gibi büyükler yani...” derin bir nefes alıp devam etti. “Belki orada kendine bir hayat kurmuştur ya da oraya gidip geliyordur anne, ne dersin?”

“Annecim, rica ediyorum bırak bu meseleyi. Gerçekten sorun değil. Sen o adamın oğlu olduğun için bana hiçbir şey borçlu değilsin ki...” Neslihan gözünden süzülen bir damla yaşı aceleyle sildi. “Ben bir hata yaptım ve bunu sen telafi etmek zorunda değilsin canım. Gerçekten değilsin. Hayatına devam etmek zorundasın Alaz, bu şekilde yaşamak zorunda değilsin. Ben seni çok seviyorum.”

Alaz artık engellemeye çalışmayarak ağlamaya başladı. Annesi sanki oğluna dokunabilecekmiş gibi cama daha çok yaklaştı.

“Anne hissediyorum ben. Oralarda bir yerde, yaşıyor... Sadece biraz daha zamana ihtiyacım var... Bütün ihtimalleri denemeden hayatıma devam edemem.”

‘’Görüş bitti.’’ Gür bir kadın sesi bulundukları yeri doldurduğunda Neslihan oğluna son kez onu çok sevdiğini söyleyerek yerinden kalktı. Kardeşlerine iyi bakmasını ve hayatına devam etmesini söylemedi bu kez, oğluna bu sorumluluğu yüklemek istemedi çünkü.

Ve amacına ulaşmadan hayatına devam etmeyeceğini de biliyordu. Çünkü oğlu da tıpkı kendisi gibiydi.

the great war | aslazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin