Öncelikle şunu belirteyim ki bu hikayemde hakim olduğum yazı tarzıyla daha önce bir hayran kurgu yazılmadı sanırım. Çünkü genelde şu meşhur aşk hikayelerinde kullanılan betimlemeler ve söz öbekleriyle dolu bir bölüm oldu? Bundan dolayı rahatsız mıyım? Hayır. Umarım siz de yadırgamaz, benimsersiniz.
"Bu bacakları görüyor musun?" diye fısıldadım biraz önce yanımda oturmak için benden izin isteyen adamın kulağına. Nedenini bilmediğim bir şekilde bunu ondan başka kimsenin bilmesini istemediğimden olabildiğince küçük harfler soluyordum dudaklarımdan. Ondan başka kimsenin deli olduğumu düşünmesini istemiyordum o gün. Hayır sormayın! Çünkü neden onun aklına "bu kız deli mi ne"leri sokmak için cebelleştiğimi de bilmiyordum. Sadece "öylesine"lerimi yaşatıyordum deste deste ses tellerimde. Bir kere de "boşversene" yaşayacaktım hayatı.
Elindeki kare iş çantasının sapını düzeltip tam da istediğim bakışlarla baktı bana ve "Üzgünüm ben göremem." diye fısıldadı üst dudağıma. O an derimin üzerindeki boncuk boncuk terlerin tamamını bir lodos sildi sanki. Ilık ılık ama apar topar. Tıpkı mutluluğum gibiydi o ılıklık; yerini çok çabuk istemediğim soğukluğa geri vermişti; hiç istemediğim mutsuzluğa...
Bir an sadece öylece ne diyeceğimi düşündüm. Neredeyse bir dakika kadar belki de. "Görme engelinizin olduğunu bilmiyordum özür dilerim."i tarttım beynimin sağ tarafında, "Kör olmana üzüldüm."ü de sol tarafına aldım ama bir türlü dengeleyemedim teraziyi. Söylemezdim ki düşüncelerimi onu yakacağını bildiğim halde. Zaten gözleri görmezken birde kulaklarını mı sağır etseydim adamcağızın? Sustum o yüzden, çok zor olmadı.
Sözcüklerimin sessizliğe idam edildiği dakikalarda gülerek cevap verdi bana. O an o kadar kıskandım ki onu, elimde olsa mutsuzluğumla ateş edecektim tebessümüne. Ve sonra bir ambulans çağırıp "Burada yaralı bir mutluluk yatıyor!" diye sitem edecektim. Fakat hangi isteğimi yerine getirdim ki bunu da getireyim? Malum hayat işte, yine çalıyor kayan yıldızlarımı benden ve dileklerim yine bana kalıyor. Kalıyor kalmasına da...
"Onları görmek isterdim." dediğinde yüzündeki hınzır gülüşü bir kez olsun aynadan seyrettirmek istedim ona. Öylesine masumdu ki...bu sefer de masumluğundan vurmak istedim onu.
"Hayır görmek istemezdin. Üç aydır ağda yapmıyorum!" diye yalandan yakınmalarıma gamzeleri cevap verdi. Bir adama yanağındaki lanet bir çukur ancak bu kadar yakışabilirdi. Acaba biliyor muydu gamzelerinin ona çok yakıştığını? Bilmiyorduysa da söylemeyecektim zaten. Luzmu mu vardı başkalırının bilmesinin?
"Sık sık yalan söyler misin? Biz körlerin hissiyatları güçlüdür."
"Evet." Kahkalarımız havaya karışırken "Sık sık yalan söylerim." dedim. Bundan utanmıyordum; en azından yalan söylediğimi itiraf ederken bile dürüsttüm ben. Ne ardına saklanacak yeni bir yalan arardım ne de gece gibi suskunluğuma teslim olurdum. Ben buydum ve evet yalan söylerdim.
Elleri refleks olarak süt beyaz bacaklarıma değdiğinde derin bir kıkırdama çekti ciğerlerine inen.
"Ne oldu?" diye sordum.
"Sanırım bacaklarına dokunduğum halde kafama çanta geçirmeyen ilk kadınsın."
"Duruma bakılırsa son olacağım."
"Beni öldüreceksin?" Şakıdığında sesinden çağlayan neşe öylesine çocuksuydu ki bir an için ağzına ölüm kelimesini yakıştırmasına neden olduğumdan kendime kızdım. Fazlasıyla kızdım hemde, hesapsızca ve pazarlıksız. Haketmiyordu bu adam ölmeyi, yakışmıyordu iki dudağının arasına o sözcük!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
She's Dancing // Micheal Clifford
FanfictionElinde tuttuğu not defterine bakarak "Kaç bilinmeyenli denklem bu?" diye sordum alayla, ve "AŞK bilinmeyenli denklem." diye karşılık verdi alaysızca.