Pembe ve kırmızı renginde balkonunu süsleyen begonyaların su vakti gelmiş gibi görünüyordu. Hızla adımlarını geniş ve aydınlık mutfağına yönlendirerek bir bardağa su doldurdu genç kadın. Bu sırada peşine takılan köpeği Kaju'yu da görebiliyordu. Tekrar balkona geldiğinde iki saksıya da bardaktaki suyu dengeli bir şekilde döktü. Ardından balkonuna özel hazırladığı, kitap okuma köşesindeki pufuna oturdu ve hemen ardından kucağına atlayan Kaju'ya gülümsedi. Bu bir alışkanlıktı aslında. Genç kadın, ne zaman o pufa oturursa Kaju'da hemen onun kucağına atlardı. Bazen uyur bazense ilgi beklerdi.
Kucağındaki köpeğini okşarken bir eliyle de kendine hava yapmaya çalışıyordu. Eylül ayının başındalardı fakat hava hala bunaltıcı derece de çok sıcaktı.
Gözlerini, köpeğinden alıp tekrardan balkonunun kenarında duran begonyalara iliştirdi. Begonyalarına dert yandığı zorlu okul ve iş bulma stresini hatırladı. O günler, şuan uzak gelse de ve pekte uzak bir geçmiş değildi aslında.
Bu begonyaların ikisi de onun en büyük iki hayalini temsil ediyordu. Mesela pembe olanı, fakülteyi dereceyle bitirmeyi hedeflediğinde dikmişti. Yıl sonu yaklaştıkça begonyası çiçeklenmeye başlamıştı. Fakültedeki üçüncülüğünü ilk pembe begonyasıyla paylaşmıştı hatta. Ya da kendi ayakları üzerinde durup iş bulmayı istediğinde kırmızı begonyayı ekmişti. Ve aylar sonra da olsa Antalya'da iş bulabilmişti.
Aslında bu yüzden begonya saksıları neredeyse iki yıldır onunlaydı. Bolu'dan, Antalya'ya kadar onunla gelmiş hatta Antalya'da da onunla kalmaya devam ediyorlardı. Her sulanması gerektiğinde onları suluyor ve bazı hüzünlü gecelerine eşlik etmelerini sağlıyordu.
Şuan fark etmişti de ikisinden biri solarsa çok üzülürdü. Bu büyükşehirde köpeği ve begonyalarından başka kimsesi yoktu. Sırf iş bulabildiği için bu şehire gelmişti. Yoksa aile evinde burada olduğundan çok daha mutluydu. Tek başına ev kurmak ve yaşamını idare ettirmek 24 yaşındaki bir genç kadın için zor bir sorumluluktu. Bu gürültülü ve kalabalık şehir, sanki genç kadına kendini unutturuyordu. Ya da aylardır işinden dolayı göremediği ailesini özlediğinden böyle düşünüyordu.
Salondan çalan telefonunun gürültülü sesi, içindeki bütün duygusallığı anında yok etmiş ve onu büyük bir yükten kurtarmıştı. Kaju'yu kucağından indirerek salona doğru adımlayıp telefonunu açtı genç kadın.
"Annem, nasılsın yavrum?" Ailesini özlediğini annesi hissetmiş olabilir miydi?
"İyiyim annem, siz nasılsınız?" Derken adımlarını salondaki geniş krem rengi koltuğuna atmıştı genç kadın.
"Bizde iyiyiz yavrum. Hatta şuan yoldayız, iki saate hazır ol. Seni almaya geliyoruz." Oturduğu yerde daha yayılamadan ayaklandı genç kadın. Ne demek iki saate Antalya'dalardı?
"Nasıl yani anne? Şimdi mi haber verilir bu, insanlar günler öncesinden haber eder böyle şeyleri. Sizse iki saat önce... Anne, önemli bir şey mi var?"
"Seyran'ım yok bir şey kızım. Babanın tuhaf arkadaşlarından biri, bizi Antalya'daki oteline akşam yemeğine davet etti. Bilmez misin, babanın dengesiz arkadaşlarını. Emrivaki yapınca baban, bir şeyde bir diyemiyorsun. Benimde sabah haberim oldu. Hazırlanırken unutmuşum seni aramayı."
Derin bir nefes alarak tekrar koltuğa oturdu genç kadın. Hayatının otomotikleşmiş bu sürecine ailesinin hop diye dalması iyi olmuştu aslında. İşi dolayısıyla turist görmekten ve onlarla iletişimde olmak bazen yorulabiliyordu. Antalya'daki turistik yerlerde tercümanlık yapıyordu genç kadın. Birçok yabancı arkadaşı da vardı hatta.
"Leyla Sultan, çok özlediğim için sizi bu son dakika haber verme işine bir şey demiyorum şimdilik."
"Oyy kınalı kuzum benim, bizde çok özledik... Ha bu arada unutmadan söyleyeyim. Bu gideceğimiz otel beş yıldızlı mı neymiş. Bayağı lüksmüş, baban öyle söyledi. Ona göre şık giyin yavrum. Bilirim ben seni, elinde olsa 4 yıldır giymekten bıkmadığın gri eşofmanınla gelirsin. Hatta şuan bile onu giyiyor olabilirsin?"