Yavaş yavaş uyanıyordum, gözlerimi araladım ve etrafıma bakındım. Yatakta doğrulup oturur hale geldim. Evet, yeni bir gün daha başlamıştı. İçimden, "Umarım bu gün de kazasız belasız geçer," diye düşündüm. Bugün hiç halim yoktu; o ailem olacak insanlarla uğraşacak gücü kendimde bulamıyordum.
Ben Eylem Gamze. Soyadımın önemi yok. Çünkü bu ailede bana soyadımı taşımayı hak eden biri gibi davranılmıyordu. Asi ruhumu dizginlemeye çalışanlara her zaman bir adım önde oldum. Kimsenin emirlerine boyun eğmek bana göre değil; özgürlüğüm benim için her şey demek. Hayatta karşıma çıkan zorluklar beni korkutmaz, aksine daha da güçlendirir. Cesaretim, içimde yanan bir ateş gibi, beni her zaman ileriye taşır. Kendi yolumu kendim çizerim, başkalarının kurallarına göre yaşamak bana göre değil. Hayat benim oyun alanım ve ben, kendi oyunumu oynarım. Ben buydum ve sırf böyle birisi olduğum için nefret edildi benden pek de umrumda değildi ama neyse
Yataktan kalkıp banyoya yöneldim. Daha uyanmamışlardı. Hızlıca işimi bitirip mutfağa geçtim. Küçük yaşımdan itibaren kahvaltıları hep ben hazırladım. Eğer onlardan önce kalkıp kahvaltıyı ha
zırlamazsam, bunun bedeli dayak olabilirdi.Hızlıca kahvaltıyı hazırlayıp onların uyanmasını bekledim. Kısa bir süre sonra, ilk olarak Meltem Hanım içeri girdi. Evet, ona "hanım" diyordum; sadece ismini söylemek bana yasaktı. Anne demek zaten söz konusu bile değildi, hem hak etmiyordu hem de "yaşlı" hissetmek istemiyormuş, aman ne önemli! Masaya oturduğunda yerimden kıpırdamadım.
Çok iyi biliyordum, şu an çayını doldurmamı bekliyordu. Ama bir anda içimde bir öfke belirdi. Bir anne, çocuğuna böyle davranmamalıydı.
Meltem Hanım, benim hâlâ yerimden
kalkmadığımı fark edince sert bir sesle, "Ne bekliyorsun orada? Gelip çayımı doldursana," dedi. Ona bakmayı sürdürdüm. İçimdeki öfke kelimelere döküldü: "Çok merak ediyorum, biliyor musun? Sen nasıl anne olmayı hak ettin? Ne yaptın acaba?"Sinirlenmişti, yüzündeki çizgiler kasılmıştı. "Bana 'anne' demeyeceksin!" dedi, öfkesi gözlerinden fışkırıyordu. Gözlerim ona değersiz bir parça gibi bakarken dudaklarımda hafif bir sırıtma belirdi. Bu aileyi sinirlendirmek hoşuma gidiyordu galiba.
"Hak etmiyorsun zaten," diye devam ettim, sesim kararlıydı. "Ben senin kölen değilim, kalkıp kendin doldurabilirsin. Anlıyor musun beni?" Sözlerimden sonra içimdeki sinirle sık nefes alıp verdiğimi fark ettim. Meltem Hanım ayağa kalktı ve karşıma geçti.
Yavaşça elini kaldırıp saçlarıma dokundu. Saçımın uçlarını parmağına doladı, saçlarıma dokunulmasından nefret ettiğimi biliyordu. "Seni ihmal ettik galiba, fazla dik başlı olmaya başladın. Eğitim şart," dedi son kelimesinde sesi biraz yüksek çıkmıştı. Saçlarımı sertçe çekmeye başladı.
Dişlerimi sıktım, sesimi çıkarmadım. "Ne oldu paçoz? Sesin kesildi sanki. Hadi, cevap versene!" diye tısladı. Sabırla onunla başa çıkmayı bekliyordum. Meltem Hanım'ın bileğinden tuttum, kolunu sırtına doğru büküp dizlerinin üzerine çökmesini sağladım. "AHHH!" diye bağırdığında bu kez ben saçlarına asıldım.
O sırada o iki pislik, Ahmet ve oğlu, içeri koşarak geldi. "SAKIN BİR DAHA DENEME!" diye bağırdım, sesim kararlı ve tehditkârdı. Ahmet koşarak yanıma geldi ve boğazımdan tutup duvara yasladı. Küçük bir inilti koptu ağzımdan; sert nefesler alıyordum, umarım kriz geçirmem. "YETER LAN ORUSPU, SENİN YÜZÜNDEN HAYATIMIZ BOK OLDU! SENİN GİBİ BİR ORUSPU YÜZÜNDEN," diyerek beni yere fırlattı, karnıma ve sırtıma tekmeler atmaya başladı.
Durmuyordu. "Bir daha benim aileme karşı sesini yükseltirsen eğer, konuşacak ses bırakmam sende!" Yüzüme tiksindirici bir şekilde konuştu, yüzüme tokat attı ve masaya oturduğunda bitti zannetmiştim.