Şarkı: Zella Day -Sweet Ophelia
[ Bölüm Yirmi: Kural Tanımaz ]
Sokak lambasından gri asfalt zemine vuran sarı ışık, yüzümün bir kısmını aydınlatırken kafamı cama dayamış, elimdeki paraların yıpranmış pamuksu dokusunu hissetmemeye, Işık Arınkan'ın kafasındaki düşünceler ile kendimi meşgul etmemeye çalışıyor, İstiridye Restoran'dan uzaklaşmanın iyi yanlarını görmekle uğraş versem de kendimi kandırmanın bir manası olmadığını biliyordum.
Orada, o ciğerlerimi yakan ve dişlerimi birbirine kenetleyen mekânda, kanımın dahi ulaşamadığı soğuk parmak uçlarımla bir adamın parasını çalmıştım. Yasal değildi, doğru değildi ve en önemlisi benim yapabileceğim bir şey değildi, fakat o an zihnimin kontrolünü sağlayamadığım gibi yanıltmacalardan oluşan bir diyarın içerisine sürüklenmiştim.
Bunun sorumlularından biri de uçurumun kenarında savrulan benliğimi dikleştiren, ona sanal bir gerçeklik vaat ederek benden çıktığına inanamadığım bir kişinin var olmasına sebep olan hırsımdı. İkiye bölmüştü beni bu hırs; ses tonumuz, bedenimiz, yüzümüz birbirinin aynısı, fakat düşüncelerimiz zıtlıklardan, çelişkilerden oluşan bir başka dünyanın sakinleriydi.
Oldukça tanıdık, eski bir histi bu. Her düşündüğümde kalbimin düzensiz düzensiz çarpmasını sağlayan, hafızamın ince iplerinde hiç zorlanmadan dengesini bulan korkutucu bir an, düşünmekten kaçındığım fakat ne zaman onunla ilişkili bir şey görsem bedenimi işgal eden bir hatıraydı.
Kendime karşı içimde biriktirdiğim nefreti küçük parçalar halinde burnumun ucuna bırakmaktan, yanaklarıma kadar ulaşmasını, yüzümü kaplamasını beklemekten bir kez olsun dahi sıkılmıyor, arabanın içerisindeki her şey ben kafamdakilerin içerisine doğru yol aldıkça kademe kademe biçimsizleşiyordu.
Farklı bir boyuta geçtiğimi asfaltın gri zeminini görmek yerine bir çift yeşil gözü ve kişiliğinin aksine sakince yüzüne düşen kızıl saçları görmemle anlasam da, kendimi geri çekemiyordum. Oysaki bu sahneyi, bu gökyüzünü, Amas'ın gözlerindeki kaçınılmaz ifadeyi sayısız defa yaşamışlığım, gereksiz bir anda kafamın içini işgal etmişliği vardı.
"Ecrin," diyordu Amas'ın belli belirsiz sesi kulaklarıma ulaşırken. "Olmadığın biri gibi davranarak kendini gölgeliyorsun."
Ellerinin arasındaki başımı onu haksız çıkarmak adına iki yana sallayarak, "Hayır, ben..." diyordum fakat sözcükler bir bir boğazıma diziliyor, dudaklarımın arasında tutsak kalıyordu.
"Işığa çıkmak için çok geç değil," diye devam ediyordu sözlerine. "Hiçbir zaman da olmayacak."
Ay ışığı gibi güçsüz ve halsiz olan sesinden bana ulaşabilen sözcükleri, ben daha farkında olmadan tenime işliyor, gecenin bu vaktinde gidecek bir yerim olmayışı onunla burada dikilmemden başka çare kılmıyordu. Cevap vermiyordum bende, gözlerimi gecenin siyahlığı yüzünden dokularını, renklerini, biçimlerini kaybeden ağaçlara, kulaklarımı ise onların yarattığı hafif uğultuya çeviriyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NOKSAN | ✓
Gizem / GerilimO, bir kraliçeydi; hayran kaldığım ancak asla ulaşamadığım. Güzeller güzeli, fakat acımasız olan, beni gidişiyle noksan bırakandı. Wattys 2016 "Çığır Açanlar" Kategorisi Kazananı 🍁 NOKSAN, serinin ilk hikâyesidir. İkinci hikâ...