'çöpten değersiz' felsefesi, dürbün timi.

23 5 10
                                    

yazım hataları olabilir..
keyifli okumalar!

-

sessiz, sakin bir gündü. rüzgar yüzümü yalayıp geçiyor, saçlarımı dansa kaldırıyordu. huzurluydu, karanlık tarafından yutulmuş küçük alan.

bayılıyorum süslü konuşmaya, aristokrat mıyım neyim.

seyre daldığım terkedilmiş (gecenin ikisi) parkı izlerken işte huzur be! diyordum içimden. 'çöpten değersiz' adını verdiğim, kendi dünyamda felsefik olarak nitelendirdiğim, duyunca kuvvetle muhtemeldir ki kaçık olduğumu düşüneceğiniz düşüncelerimi tartmak için evden kaçıp geldiğim park burası. tam önü aslında, babam su içmek için kalkıp üçüncü kattaki evimizin penceresine çıksa da beni burada görse, feriştahımı sikecek. kahrolasıca yaz mevsiminden kaynaklı olsa gerek, öyle bir dolup taşmıştı ki park çoluk çocukla, sessizliğini sağlayabilmek adına çareyi uyku düzenimi sikip atmakta bulmuştum.

'çöpten değersiz' felsefeme geçmeden önce bu, pinterest'tekilere taş çıkaran ultra estetik mekanı övmeme izin verin. baksanıza şu pas ve çürüklerle dolu kaydırağa, oturduğum banktan biraz sağda kalıyor. kararmış demirin görüntüsü biraz korkutucu. yanında da iki kişilik, oturacakları yerden iki metre yüksekte olan salıncak var, kaydırak gibi tıpkı, kir ve pas. yer çakıl taşları ve deniz kabukları ile dolu. deniz kabukları ne alaka demeyin sakın, bir kere burası eskiden, milyonlarca yıl öncesinde, deniz dibi krallığının saraylarıydı. en azından minik çocukları buna inandırabilmiştim. tepelerindeki sokak lambası da ne ürkek ürkek yanıyormuş sahi.

hani estetiklik, hani pinterest parkı demeyin bana. fakir ne anlar öyle şeylerden, ben de anlamıyorum zaten. devlet okuluna ceza niyetine iki aylık kaydedilmiş birkaç züppenin konuşmalarından çalmıştım bu afilli kelimeleri. Ulan hayat, benim sürünerek girdiğim liseye ceza olsun diye götürüyorlar çocuklarını. sanırım leylek olayı doğru, onları altın, beni hasır sepette atmışlar kapının önüne. neyse ne, ne diyordum? hah, estetikmiş, pinterestmiş, meh! iki beş katlı binanın ortasında kalan küçücük alan işte. dürbün lakaplı teyzelerin oturup geleni geçeni izlediği iki bank, fakir çocuğuna reva görülen kırık dökük demir oyuncaklar, boylarının oturmaya yetmediği salıncaklar. güneşte nasıl ısınır bu demir parçaları, bir bilseniz. ben bilirim, burda büyüdüm.

"Jungkook, kalk git evine! ne arıyorsun bu karanlıkta dışarıda?! saatten haberin yok mu bre köpek!"

duydunuz, osmanlı devrinden kalma dürbün iki bu. dürbün timinin kaptanı, dürbün bir ve üç ona çalışır. tabii, kim nerden gelir, nereye gider, ne giymiştir, iki sokak öteye sevgilisi mi bırakmıştır, biraz fazla mı mutlu gözükmüştür, yaşı kaçtır, evli midir, bla bla bla, hepsini dürbün ikiye söylerler. sonra kafalarına göre senaryo kurup dedikodu çıkarırlar. bizim kasaba küçüktür, hemen de yayılır. hep on ikiden vururlar ama, hep tuttururlar bilgileri!

"duymadın mı ulan eşek!"

"duydum teyze kalkıyorum şimdi endişelenme." lanet dürbünler, mezara giden yolu şaşıp pencereye çıkıyorlar hep.

şaka yaptım tanrım, kimse benden önce ölmesin lütfen.

...

siz bilmezsiniz çünkü nereden bilesiniz, lise mezunu bir market kasiyeriyim ben. ucuz bilmem ne adlı, ismine bakılınca fakir dostu sanılan, içine girilince tabana tükürülüp kaçılan bir market zinciri. ben de seul'de üniversite hayalleri ile yanıp tutuşan bir gencim, tabii ki çalışıp para biriktiriyorum. en azından çabalıyorum, elimde diplomam olsun istiyorum. atanamayan bir öğretmen olarak kasiyerlik yapmak daha eğlenceli olacaktır, devlete sövmeye bir etken daha.

şaka yapıyorum tanrım, umarım atanırım.

saat öğlen ikiye geliyor, dışarıda sıcaktan ölse bile upuzun saçlarını asla toplamayan bir avuç ergen kız grubu görüyorum. aman allahım, dürbün timi de geziye çıkmış, onların yanında sallana sallana yürüyen üç nine var. hemen kafamı çevirdim, dedikodusu çıkmayan tek kişi olarak dokunulmazlığımı korumakta kararlıydım.

aslında içten yaptığım bu konuşmada amacım çöpten değersiz adlı, bahsetmeyi unuttuğumu sandığınız ve benim gerçekten de dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hastası bir fakir olarak unuttuğum felsefemi size anlatmaktı. ne yapayım yani, gözlerim bir şeylere takılıyor ve direkt onlardan bahsedesim geliyor, böyle olunca da asıl konu yitip gidiveriyor. neyse ne, bomboş ve serin markette hayli boş yapma vaktim kalıyor. bakın yine konudan sapmışım.

topladım dikkatimi, yerseniz. aman, felsefeyi anlatmaya tarihinden başlanırmış. o zaman şöyle başlayayım; çöpten değersiz adını verdiğim düşünce yığını, dürbün ikinin tüm varlığından olan oğlunun, ailesini bizim fakirhane mahalleye getirmesiyle başladı.

Hayır, tam olarak öyle değil. dürbün ikinin torunu, Kim Taehyung'un bana olan bakışları ile.

-

-

-

-

-

it's hard to meet in dreams, taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin