Kitabın ilk adı: SESSİZ HAYALLER SENFONİSİ
Kurgu değiştirilerek baştan yazılmaya başlanmıştır, bilginize.
Bu kitabı herkes için yazmadım. Bu kitabı kimse için yazmadım. Bu kitabı bu satırlarda büyüteceğim Devrim'e ithaf ediyorum! Yinede bu kitabı yazış amacımı bir tek o biliyordu. O ise farkında değildi.Kaçtım. Ama biliyordum, onunla hiç karşılaşmasaydım hiçbir zaman tamamlanamayacaktım.
Onun bir rengi yoktu. Kalbinden uzaktaydı. İçinde bir yerlerde kaybolmuştu sanki. Bana yaklaşsa onu bulacaktım. Ruhunu hiç görmemiştim. Sadece varlığından haberdardım. Duyguları acısını hiç durmayan zamana yayacak bir neşterle alınmış gibiydi. Ama o yanılıyordu. Bunca şeye rağmen ona yanıldığını gösterebilirdim. Herkese gösterebilirdim. Çünkü suskunluğa mühürlenmiş dudaklarından onu duyuyordum. Onu gerçekten duyuyordum. Bu ise bütün varlığının temeliydi.
Kaçmadım. Ve onu buldum.
18 OCAK 1996
Soğuktu.
Gecenin karanlığı gerçeklerin üzerine çökmeye devam ederken şimşekler, ölümün şarkısını bestelemeye başlamıştı. Küçük çocuk için uyuma vakti çoktan geçmişti lakin o bir türlü uyuyamıyordu. İçinde kocaman bir kıpırtı vardı. Bunun adı heyecan olmalıydı, büyükler böyle diyordu.
Bağdaş kurarak oturduğu yatağında sessizce kıpırdandı. Gözlerini kucağındaki minik ellerinden çekip karşı duvarda asılı duran saate çevirdi. Odayı tam anlamıyla aydınlatamayan gece lambasının el verdiği ölçüde annesinin ona çok kısa bir sürede öğrettiği kavramları kullanarak saatin kaç olduğunu anlamaya çalıştı. Akreple yelkovanın o hiç bitmeyen kovalamacası gece ikiye doğru devam ediyordu.
Ağzını kapatma gereği duymadan esnedi. Çok geç olmuştu ama o uykuya yenik düşmeyip biraz daha beklemeyi tercih etti. Şimdiye gelmiş olması gerekiyordu, öyle söylemişti. Zaten doğum günü kutlamasına yetişememişti, bari o uyumadan gelseydi. Üzgün olmak istemiyordu ama üzgündü. Babası onun sadece doğum gününde değil, çoğu özel gününde yanında bulunamıyordu. Ama yinede ona kızgın değildi, hiçbir zaman da olmamıştı. Ayrıca onunla geçirdiği vakitlerin toplamı geçiremedikerinden çok daha az olsa bile diğer çocukların babasıyla geçirdiği bütün sürelerden daha değerliydi onun için. Nadir olan güzel şeyler her daim değerli olurdu zaten.
Babası ona her gelişinde bambaşka, heyecan dolu bir hikaye anlatırdı. O ise küçük yaşının el verdiği kadarıyla olanları aklında canlandırmaya çalışırdı. Tam aklı babasının ona anlattığı sayısız kahramanlık hikayeleri arasından en sevdiğine gitmişken onu bu diyardan bir odanın kapı açılma sesi çekip aldı. Annesi olmalıydı. Her gece yaptığı gibi onu kontrole geliyor olmalıydı. Aslında onu şuan bu saatte uyanık görse kızardı ama o buna rağmen uyku numarası yapmayı tercih etmedi ve cesur davranarak duruşunu hiç bozmadı. Bunu babası geldiğinde ona anlatacak ve onu övmesini bekleycekti. Çünkü babası her daim cesur olanın bir kadının bozgununa karşı dik durabilen kişinin olduğunu söylerdi. İlk başlarda bir şey anlamamıştı bu sözlerden ama sonradan öğrenmişti bozgunun ne demek olduğunu ve artık babasının ne demek istediğini bilmenin gururunu taşıyordu içinde.
Birkaç saniye sonra onun da odasının kapısı açıldı ve içeriye siyah saçları kalçasına kadar uzanan, beyaz tenli, kahverengi gözlü bir kadın girdi. İnce ama biçimli pembe dudakları vardı yirmili yaşlarının sonunda olan genç kadının. Güzel fiziğine ise kırmızı bir gecelik geçirmişti.
"Pusat?" diye seslendi içeriye doğru ve onu gördü. Yedi yaşındaki oğlunu bu vakitte yatağında oturur bir vaziyette bulmak onun için şaşırtıcı ve bir yandan da kızdırıcı bir durumdu. "Uyumadın mı sen?"
Küçük çocuk yine cesur davranmaya karar verdi. "Hayır. Babamı bekleyeceğim." dediğinde annesi, sıkkınlık kokan derin bir nefes aldı ve içeriye geçip oğlunun yanına oturdu.
"Ama bunu seninle daha önce konuşmuştuk değil mi küçük adam?"
Küçük çocuk mavi gözlerini annesinin koyu kahve gözlerinden ayırıp odadaki küçük pencereye çevirdi. Perdeleri açıktı, çünkü babasının geldiğini belirten araba farlarını bile görmek istiyordu
"Bu sefer gelecek, biliyorum ben." dedi üzgünce. "Bana söz verdi."
Kadın narin ellerinden biriyle oğlunun minik elini tuttu. Bir diğeriyle ise saçını okşadı. "Baban sana unutmaman gereken bir şey olduğunu söylemişti, hatırlıyor musun?"
Hatırlıyordu. Ama söylemek istemiyordu. Cevap vermedi.
"Peki," dedi genç kadın naif bir sesle. "Ben söyleyeyim o zaman: Gerçek askerler vatanı için bir söz verdiyse canı pahasına da olsa tutar ama ailesi için bir söz verdiyse tutmayabilir. Baban sözünü tutmayabilir Pusat. O yüzden şimdi yat lütfen."
O, buna inanmak istemedi ve küçük cesaret oyununu oynamaya devam ederek diretti. "Uyumayacağım. Birazdan babam gelir. Onunla uyuyacağım."
Kadın çaresizce iç geçirip oğlunu ikna etmek için tam ağzını açmıştı ki kelimelerini bir bıçak gibi kesen bir ses yükseldi gecenin içinden.
Bu sesi idrak etmesi uzun sürmemişti. Gökyüzünü yoğun bir şekilde aydınlatarak yldızların bekçiliğini üstlenen şimşeklerin çakma sesi değildi bu. Bunun ne olduğunu biliyordu. O kesinlik, bir silah sesinden ibaretti.
Yaklaşık birkaç dakika sonra o an her şeyi unutarak kalbinin kulaklarında attığını hissettirecek kadar yoğun bir panikle aştığı evin bahçesinde yankılanan acı feryadı da geceyi onun için belki bir anlığına belki de sonsuza dek bölen bir keskinlikten ibaretti.
Yerdeki yağmur sularına karışıp yeryüzünden asla silinmeyecek olan o kanın aktığı beden de kocasına aitti.
Kırmızı, uğursuzdu. Kadın bu renge karşı kör oldu.
Koştu ve artık sadece yağmurun değil, karanlıkta siyah gibi görünen o uğursuzluğun da ıslattığı yere hiç düşünmeden oturup kocasının başını kucağına koydu. Çaresizlik ve ümit etme arasında bir yerde kıvranarak elini o çok sevdiği boynuna götürdü ve hissedemedi. Sevişirken okşama bahanesiyle nabzının onun için ne kadar hızlı attığını öğrenmeye çalıştığı anlarda ona dünyanın en güzel notasının avuçlarının arasında çaldığını hissettiren o muazzam duyguyu hissedemedi. Çünkü o nota artık yoktu. Sonsuza dek susmuştu.
Herhangi bir notanın varlığından bi'haber olsa da ölümün farklı duygularla harmanlanan sessizliğini dinleyen bir kişi daha vardı orada.
Bedeni titrek bir şekilde kapının eşiğinde duran mavi gözlerin sahibi bir yerde yatan ve vücudundan kırmızı bir sıvı akan babasına bir de dünyasını yitirmiş gibi duran annesine baktı ve anladı. Artık babasıyla uyuyamayacaktı. Hatta onunla hiçbir şey yapamayacaktı. Ama her şeye rağmen babası sözünü tutup gelmişti ve şimdi de gidiyordu.
"Baba..." dedi kısık ve titrek bir sesle.
İşte bu gece rengini yok etmişti. Kalbinden uzaklaşmaya başlamıştı.
İlk kez içine kaçmış, saklanmıştı.
Ruhunu örtmüştü.
Ve ölümün sessizliği onu duygulara sağır etmişti.
O farkında değildi ama, yine bu gece onun kısık sesinde gizlenen sessiz bir nota çalmaya başlamıştı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞ KAÇAĞI
Mystery / Thriller"DÜNYA SANA HEDİYELER SUNMAZ, İNAN BANA. BİR YAŞAM İSTİYORSAN; ÇAL ONU!" Kaçtım. Ama biliyordum, onunla hiç karşılaşmasaydım hiçbir zaman tamamlanamayacaktım. Onun bir rengi yoktu. Kalbinden uzaktaydı. İçinde bir yerlerde kaybolmuştu sanki. Bana yak...