30 - it's snowing like it's the end of the world (final)

1.3K 197 78
                                    

jungkook'un bakış açısı

Kim Taehyung, gördüğüm en gri insandı. Belirsizdi, bir an sana bağırabiliyorken bir an yanağına minik bir buse kondurup içinde cızırtılı bir şömine yakabiliyordu. Onu anlamaya çalışmakla geçirdiğim günleri saymayı bırakmıştım artık, çünkü onu anlamaktan daha önemli olan bir şey vardı.

Onu hissetmeliydim.

Bunu yapmakta pek başarılı olmadığımı kabullenebilirdim belki de, çünkü çoğu zaman istemediği şeyleri yapmasına sebep olmuştum ama bunun altındaki sebebin bambaşka olduğunu o da gayet iyi biliyordu. Ne yaptıysam, onu neye zorladıysam, hepsi onun içindi. E tabii, biraz da benim içindi.

O annesini kaybetmişti, çocukluğunu, bazen aklını. Ama ben de suç ortağımı kaybetmiştim ve onu istiyor oluşum benim suçum değildi. Daha doğrusu, bu bir suçtan ziyade, bir ihtiyaçtı. Ona ihtiyacım vardı, sevimli kıkırtılarına, şaşırdığında arşa çıkan kaşlarına, güzel olduğunu kabul etmediği o minik benlerine, benim Taehyung'a ihtiyacım vardı. Taehyung olmadan kendimi hayal edemeyecek duruma gelmiştim.

Son beş adım dediğinde ciddi olduğunu da biliyordum. Eğer onu bana dönmeye ikna edemezsem ne yapardım, ne ederdim ki? Taehyung benim varlığımı hissetmeden rahat olabilir miydi? Ben, onu görmeden bir gün dahi olsa durabilir miydim?

Ben onsuz yapamazdım, ama o bensiz yapabilirdi. Zira, bunu kanıtlamıştı.

Beş adımı yapıp karar vereceğini söylediği günün sabahı onu evinde bulamamıştım. Elimde saksıda bir çiçek, beraber çalmayı öğrenelim diye aldığım kalimba (sesini çok sevdiğini ve onu rahatlattığını söylemişti), ve ceplerimde annemin biz yiyelim diye verdiği çocukken en çok yediğimiz şekerlerle bir saat boyunca dikilmiştim. Uyuduğunu düşünüyordum aslında, ama tüm camların kapalı olduğunu ve bir daha açılmayacağını anladığımda iş işten geçmişti.

Telaşla Jimin'i, Yoongi'yi, hatta Taehyung ile çok yakın diye kıskanıp durduğum Hoseok'u aradım. Hiçbiri onun nerede olduğunu bilmiyordu, ve tanrım, size yemin ederim ki Taehyung'a güvenmediğimi ilk anladığım yer orasıydı. Beni öylece sözleriyle bırakıp Daegu'ya döndüğüne o kadar emindim ki, onu aramak aklıma bile gelmemişti.

On dakika daha onun kapısının önünde ağladım, ve sonra telefonum ilk defa bahsettiğim üçlüden başka biri tarafından çaldı. Bu oydu.

Telefonu açtım, bana küfür edip bağıracağını düşünürken, titrek sesiyle dedi ki, "Ben annemi özledim, mezarlığa geldim. Umarım sen de kapımda ağlamıyorsundur." Evet, tam olarak bunu dedi.

O an o kadar güldüm ki (gerçekten, kahkalarım yüzünden Taehyung'un komşuları camdan bana bakmaya başladı) Taehyung'un titrek sesi düzeldi, durgun nefes alışlarına dönüştü. "Gittim sandın değil mi? Bana olan güvenin gözlerimi yaşartıyor," diyip o da gülmeye başladı sonra.

Yine de onun kapısında oturmaya devam ettim, Taehyung gözleri kıpkırmızı şekilde geldi yanıma, aradan bir saat kadar geçmişti. Elimdeki saksıya baktı, çiçeğin yapraklarına bakarak dedi ki, "Bu da ölürse bir daha çiçek alma bana."

Olur dedim, onunla inatlaşmak için uygun bir psikolojide değildim o an.

Adımlar.

Kalan son beş adımın ilkinde beraber bir uçurumdan atladık. El ele tutuştuk, bu onu cesurca davranırken gördüğüm ilk andı, çünkü uçurumdan ayaklarını kesen ilk kişi de oydu. Arkasından ben atladım, aslında uçurum dediğim yer de en fazla 60 metre kadardı, biz atladığımız sırada güvenliğimizden sorumlu adam öyle bir şey söylemişti ama Taehyung'un ölmüş dedemin annelerine kadar ettiği küfürler sayesinde hiçbir şey anlamamıştım.

so far awayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin