Yazın sonu güzün başlangıcı yavaş yavaş hava serinlemeye başlıyor, güneş gittikçe daha da uzaklaşıyordu.
Yazın yavaş yavaş sona ermesine karşın aklımdan en ufak bir kaygı bile geçirmek istemiyordum. Her ne kadar fazla fazla buna sahip olsam da en azından bu bir kaç haftayı mahvetmek istemiyordum. Bu yüzden uzaklaşmıştım şehirden.
"Annenle hala konuşmadın mı?"
Daha doğrusu uzaklaşmıştık. Babam beni yalnız bırakmamış, birlikte uzaklaşmıştık.
"Neredeyse bir kaç gün sonra hiç istemediğim kadar konuşacağım zaten."
"Benimle de daha sonra görüşeceksin zaten şuan burada olmama ne gerek var?"
"Ama baba aynı şey-"
"Aynı şey, birimizden birisi olmasaydı sana sahip olamazdık değil mi? Annen de ben de aynı statüdeyiz. Biz nasıl seni ve Sumi'yi kıyaslamıyorsak sizde aynısını yapmak zorundasınız."
Haklıydı, ama haklı olması daha sinir bozucuydu. Derin bir iç çekirip daha fazla uzatmamak adına başımı hafifçe salladım. Geçiştirecektim sadece.
"Tamam, konuşacağım."
"Güzel, senden beklediğim de buydu zaten. Hadi gidelim artık büyükannen ikimizi de almayacak yoksa eve."
Ne zaman ciddi bir konu hakkında konuşsa ardından ortamdaki gerginliği tekrar sıfıra indirmek için çabalıyordu. Bu da benim için en önemli detaylardan biriydi.
Birlikte evden çıkıp öylesine dolaşırken babam büyükannem tarafından yemeğe gitmemiz için tehdit edilmişti. O yüzden geldiğimiz ormanlık alandan ayrılıp tekrar yürümeye başlamıştık. Sadece yürüyüş yapıp rahatlamak için çıktığımızdan arabasız gelmiştik ama neyseki çok uzaklaşmamıştık.
Babam neşeli bir yapıya sahipti, ayrıca fazla hiperaktif. Enerjisi benden on kat daha fazlaydı. Gidene kadar benimle uğraşıp, didişiyordu sürekli. Arada sırada omuz atıyor bazen yola arkası dönük bana önü dönük koşuyor ve ne kadar yavaş olduğum hakkında yakınıyordu. Ben ise ne kadar kısa olursa kısa olsun bu mesafenin üstesinden gelmeye çalışıyordum.
En sonunda eve ulaştığımızı kapıda kollarını birbirine bağlamış bekleyen büyükannemden anlamıştık. İkimiz de süt dökmüş kedi gibi yaklaşarak özür dilemek için eğilmeye çalıştığımızda elinde olduğunu bilmediğimiz tahta yemek kaşığıyla kafamıza vurup kalkmamıza neden olmuştu.
"Aç aç gitmeyin demedim mi ben size? Aradığımda da ne diyor bu bunak diye ciddiye almadınız mı beni?!"
"Anne!"
"Büyükanne!"
"Nasıl böyle bir şey söyleyebiliriz?"
"Senin hakkında böyle düşünmüyoruz bile..."
Sona doğru kafamı yere eğip kendi kendime mızmızlanınca bir taraftan da torun kartımı çıkarmıştım ortaya.
"Claire! Uğraşma çocuklarla sık sık gelemiyorlar zaten geldiklerine pişman etme birde!"
Büyükannem de yavaş yavaş yumuşamaya başlamıştı ama büyükbabam araya girip eğdiğim kafamı tutarak başımdan öpmüş, sarılmıştı. Büyükannem ve büyükbabam yıllar önce Yeni Zelanda'dan buraya Jeju'ya yerleşmişlerdi. Zaten Yeni Zelanda'da daha önce Kore göçmeni oldukları için kültüre ve dile alışkanlardı.
"İyi aman, geçin hadi ikinizin de neden bu kadar zayıfladığı yeni belli oldu."
Üstümüze gelen komutla bahçedeki kurulu masaya doğru ilerlemeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Stepbrother -Sunghoon
Fanfiction"Sen kimsin ve düzenime nasıl burnunu sokabiliyorsun?" "Kim miyim? İçerde sesinden uyutmadığın için kıvrınan biriyim kime benziyorum?" Gözlerini biraz kısıp yüzüme baktıktan sonra kaşlarını havalandırıp tekrar masasına ilerledi ve sigara paketinden...