Selam! Harfleri çifter çifter görmeye başladığım için buraya bir şeyler yazmakta güçlük çekiyorum, yalnızca iyi okumalar dileyebilirim. Bölüm sonunda buluşalım.
Yıldızımızı parlatmayı ve bol bol satır arası yorum yapmayı unutmayın. ✨💖
Yazım hatası görürseniz lütfen çekinmeden söyleyin. İyi okumalar!
-0-0-0-0-0-0-0-
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü desem yeriydi. Hayatta ne olacağı gerçekten belli olmuyordu.
Aklımdaki not defterinin Pusat Timi başlığının altına bir madde daha ekledim: Hepsi dengesiz.
Daha önceden düşündüklerimi kendi içimde tasdik etmiştim. Hayat gerçekten oyunbozandı, yine düşündüklerimin aksinin olmasını sağlamıştı ama bu durum bazen işime de geliyordu.
Yüzümde belirgin bir mimik olmasa da en derinlerde bir şeyler hissettiğim kesindi. Belki sevinçten havalara uçmuyordum ama kalbimin en alt tarafında oluşan sızı, hâlâ duygularım olduğunu bana hatırlatıyordu. Buradayım, diyordu. Sana rağmen buradayım!
Bana beklentiyle bakan gözleri tek tek gezdim. Hepsi oturmamı istiyordu ve gözleri sıcacık bakıyordu. Dudaklarım hafifçe iki yana kaymaya başlamıştı, bunu rol haricinde yapmayalı uzun zaman olduğuna emindim.
Kim olduğunu bilse böyle bakar mıydı Selçuk sana? Yoksa boğazına mı yapışırdı dersin?
Daha tam olarak gülmeye bile fırsatım olmamışken boğazıma bir yumru oturdu ve mimiklerim dondu. Sertçe yutkundum ama yumru gitmiyordu. Ne onların yanına oturmaya, ne de yüzlerine bakmaya hakkım yoktu ama ben arsız gibi onların yanına oturmayı düşünmüştüm.
Yüzbaşı benim için kendi sandalyesini çekmişti, otur demişti. Oturmamak büyük kabalık olurdu ama oturduğum zaman da kendi yüreğime derin bir hançer darbesi indireceğime emindim.
Araftaydım, yüzüm gülmeye çalışıyordu ama gönlüm urganın ucundaydı. Ya oturup o dar ağacının altındaki iskemleyi itecektim ya da oturmayıp arkamda hayal kırıklığına uğramış bir tim bırakacaktım.
Daha fazla düşünmeden yüzbaşının yanına ilerledim. O çektiği sandalyeye oturmamı beklerken ben yanından geçip masanın baş ucundaki sandalyeyi çektim. Onun gibi elimle çektiğim sandalyeyi işaret ettim. “Burayı hak ediyorsunuz yüzbaşım.”
Yüzbaşı önce çektiğim sandalyeye, sonra da bana baktı. Yüzümde herhangi bir mimik göremiyor olsa da o bana gülümsedi ve kafasını sallayıp yanıma geldi. Onunla yerleri değiştikten sonra beraber oturduk. Şimdi o masanın başında oturuyordu, ben de onun eski yerinde.
Onları kıracağıma kafamı kırardım, gerekirse kalbimi de söküp atardım. Önemli değildi.
Benim masaya oturmamla beraber bir anda Cafer başımda bitti. Elinde çay tepsisiyle pişmiş kelle gibi sırıtıyordu ve maalesef ki elimin tersindeydi.
Tek gözümü ne var der gibi kırparak derdini öğrenmeye çalıştım. Bu sefer dişleri görünecek şekilde güldü, “Pusat Timi’ne mi atandınız komutanım?”
O timi ben kurdum, salak herif.
Boş sorusuna cevap vermedim, tepkisizce yüzüne bakmaya devam ettiğimde tepsideki çaylardan birini önüme koydu. Bu çayın rengi diğerlerinden farklıydı, muhtemelen sevdiğimi bildiği için bergamotlu getirmişti.
Her ne kadar bu adama uyuz olsam da “Teşekkür ederim.” demek gibi bir zorunluluğum vardı. Aslında yoktu ama neyseydi. Bir kere demiştik sonuçta.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vatan Çiçeği
Actionİsminin anlamı "çiçek" olan kadın ve adı Toprak olan adam. Adam plastik bir çiçeğe benzetti kadını. Plastik çiçekler toprağa tutunamazdı. O, Toprak'a tutunamadı. Kadın o çiçeği aldı, namlusuna taktı. Silahını ateşlediğinde namludan çıkan çiçek vurdu...