Yaklaşık bir hafta süren internet sorunları yüzünden yeni bölümü yayınlayamadım. Taslaklara kaydetmediğim için bilgisayarı kullanma şansım da yoktu. Bu yüzden, okuyucularıma özür borçluyum. Bir saat arayla iki bölüm yayınlayacağım bu gün. Ardından yorumlar ile ilgileneceğim. Çünkü, BRAD'in finaline çok az kaldı.
Zeynep... Sana kocaman teşekkür ederim. Yaptığın kapak harika oldu. Sade, anlamlı ve göze hitap eden türden bir şey olmuş; emeğine teşekkür ederim. İleride bir gün kitap olursa, kapağı yine senin yapmanı isteyeceğim.
Ve bu teşekkür de hepinize... Okunma sayımız 20K'ya ulaştı. Vote sayıları göz doyuran cinsten değil belki ama dışarıdan okuyan birçok kişi var. Hepsinin mesajlarını alıyorum. Beni ve bu hikayeyi, zamanınızla, yorumlarınızla ve oylarınızla desteklediğiniz için teşekkür ederim.
* Şarkıyı mutlaka dinlemelisiniz...
25. Bölüm
"Aynı Yıldızın Altında," diye mırıldandım. Avuçlarımın arasına sıkıştırdığım koltuk minderlerini bırakıp Ozan'a doğru bakabilmek için emniyet kemerimi çözdüm. Arabanın içi sessizdi, buna ek olarak Ozan'ın ilgisizliği de vardı. Fakat zihnim, bindiğimiz bu beyaz jeep'i hatıralarımın arasından çekip çıkarmayı başarmıştı.
Jeep ile birlikte gelen sahnede sarışın bir kız da vardı, sonrasını hatırlayamasam da o anlık kare bana daha fazlasını düşünmem için yardımcı olmuştu ve şimdi o üç kelimelik kitap adı hem zihnimde hem de dudaklarımın arasında dolanıp duruyordu.
Ozan'ın sessizliğine doğru "Neden bana yardım etmiyorsun?" diye sordum. Sorum o sessizliğe çarpıp parçalara ayrılmadan bir kez daha tekrarladım, "Ozan, bana yardım et!" Gözlerim, Ozan'ın yüzüne odaklanmıştı. Üzerimdeki gerginliği ona gönderiyor gibiydim fakat durmaya niyetim yoktu.
Beklemediğim bir sertlikle, "Ne için?" diye sordu Ozan. Bir anlığına olsun yüzüme bakmıştı ve bu bile onun gözlerindeki duygusuzluğu hissetmeme yetmişti.
"Hatırlamam için!" diye bağırdım tıpkı onun gibi. "Neden doğum günümde yanımda değildin? Neden sevgini hissettirmekten hep çekindin? Ozan, bana neden aramızda şeffaf duvarların olduğunu anlatacak mısın?"
Ses tonumu yatıştırmam için birkaç kez hırıltılıyla solumam gerekmişti. Kalbimin atışını tüm vücudumda hissediyor gibiydim. Arkama iyice yaslanıp yeniden emniyet kemerimi bağladım. Nefes alış verişimi düzenlerken kalbimin sakinleşmesini izledim tıpkı dışarıdan biriymişim gibi. Önce saç uçlarımdan çekildi, sonra kirpiklerimden ve omuzlarımdan... Kalbim sol kısmımdaki yerine yerleşene kadar sakince bekledim. Ozan da bunu anlamış olacaktı ki ben ona yeniden bakana kadar ağzını dahi açmadı.
"Çünkü, biliyordum ki..." Ozan duraksayıp sakince nefes aldı. Ona göz ucuyla bakmama rağmen yüzündeki boşluğu görebiliyordum. "Sen beni sevmezsin Mira. Sevmeyeceksin de. O mühür bozulduktan sonra beni görmeseydin hatırlamayacaktın belki de. O yüzden... Beni zihninden uzak tuttuğun sürece mutlu olabilirsin."
"Bu benim kontrolümde olan bir şey değil."
"Öyle Mira. Her şey yoluna girsin bana hak vereceksin. Henüz bu yaşadığımız gelgitler son bulmadı."
"Kaçmak mı her şeyi yoluna koyacak?" diye sordum lafı biter bitmez. Söyleyecek bir şeyler arıyormuş gibi birkaç saniye dudakları aralık bekledi. Sonunda konuşmaya başladığında ses tonu içime işleyecek kadar masumdu. "Beni seviyor musun Mira? Gerçekten seviyor musun? Ruhun, bedenin ve kalbinle..."
Duraksadım.
Ozan, bu duraksamama bir cevap yüklemiş olmalıydı. Yolun geri kalanında ikimiz de konuşmadık. Zihnimin arayışlarına son vermiştim. Düşündüğüm tek şey Rufus denilen kişinin kim olabileceğiydi. Eğer soracak yüzüm olsaydı Ozan'a sorabilirdim fakat onu her düşündüğümde zihnime cevapsız bıraktığım o soru geliyordu. "Beni seviyor musun Mira? Gerçekten seviyor musun? Ruhun, bedenin ve kalbinle..."
Ozan, "Geldik," diyinceye kadar sorusu zihnimde gezinip durdu. Kemerimi çözüp arabadan indiğimde karşılaştığım tanıdık yüz, Rufus, beni şaşkınlığa uğrattı.
"Merhaba Mira," diye mırıldandı kadın. Doğum günümde, beslenmem için gittiğim ruh emici evinde bana eşlik kadındı bu. Kızıl saçlarını sıkı bir topuz yapmış, bulunduğumuz bu yol üstü lokantasına tezat bir makyajla yüzünü renklendirmişti.
"Merhaba," diye mırıldandım. Daha doğrusu bunu denedim çünkü Eren'in aklına gelen dâhiyane planın beni ruh emicilere emanet etmek olduğunu aklımın ucundan bile geçirmemiştim, zihnim buna bir anlam yüklemekle meşgulken konuşacak kadar dikkatimi toplamakta zorlanıyordum.
"Haydi zaman kaybetmeden gidelim," dedi Rufus. Yanıma gelip bana aileden biriymişim gibi sarıldı. Kendimi hızla geri çektim. "Nereye?" diye sordum. İzmir'in dışına çıkmak istemiyordum. İtiraf etmek gerekirse Ozan ve Eren'den ayrılmak da istemiyordum. Bunun için benden yaşça büyük ve deneyimli bir Avcı ordusuyla dövüşebilirdim.
Rufus gözlerini kısıp yavaşça beni süzdü. "Buradan çok uzakta olmayan bir yer, merak etme," dedi gözleri, yüzüme ulaşınca. "Sana mekânı söyleyemem, Eren ile böyle anlaştık. Bana güvenmen gerekir."
Söylediklerini onaylamaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Gitmek için hazır değildim fakat bunun için de yapabileceğim bir şey yoktu. Elimden gelen tek bir şey vardı, o da her şeyin yolunda gitmesi için dua etmek.
Rufus beni arabada bekleyeceğini söyleyip yanımızdan ayrıldı. Birkaç metre öteye park edilmiş Mini Cooper'ına doğru ilerlerken hızlı olmam gerektiğini de söylemeyi ihmal etmemişti. Birkaç adım ilerleyip Rufus'un peşine takıldım.
Yanımızdan geçen arabalar, az ötedeki dört yol ağzı zihnimdeki boşluklardan birine resim çizmeye başladığında duraksadım. Ozan tam yanımda duruyordu. Bir şeyler anlatıyordu. Konuşmasından anımsadığım cümleleri zihnime dizdim. "Bazen senin müzik çalarını bulur, bazen sana kitap okur, bazen başını belaya sokar, bazen seninle ilgili yalan söylemek zorunda kalır, bazen aynı yıldızın altında buluşursunuz, bazen gece yarısında onu ararsın, bazen ağladığında veya korktuğunda ona sarılırsın..."
Daha sonra Ozan'ın gidişini gördüm. Geride kaldığım için pişmandım. Söyleyecek bir şeyler aramayı denememiştim bile, bir şeylerden yoksundum. Cesaretten yoksundum ve pişmandım. "Söyleyecek bir şeylerim var," diye fısıldadım kendi kendime.
Arkamı dönüp arabanın yanında benim gitmemi bekleyen Ozan'a doğru ilerledim. Kendimden emin değildim, korkusuz değildim fakat korkak da değildim. "Ozan," diye mırıldandım yavaşça. Onun yanına ulaştığımda ne yapacağımı bilmiyordum. Onu öpmeyi, ona sarılmayı belki her ikisini birden yapmayı isteyen bir zihnim vardı. Kendimi ona doğru itecek ufak bir cesaret kırıntısı aradım.
"Seviyorum Ozan," diye mırıldandım. Elimi yavaşça onun eline yaklaştırdım. Parmaklarımız kenetlendiğinde bir adım daha atıp başımı omzuna yasladım. Boşta kalan kolumu beline doladığımda zaman bizim için durmuştu. Aşk buna mı denirdi bilmiyordum ama huzurun tanımı buydu, buna emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"
FantasyKalbimiz tüm gücüyle kan pompalarken aslında yapmak istediği tek şey içinde barınan ve korumak istediği ruhu yaşatmaktı. Ruh korkardı, korkutmayı biliyorsan; ruh çalınabilirdi, çalmayı biliyorsan ve ruh avdı, çevresinde avcılar olan. © Telif hakları...