Gün ışığı yeniden odasına doğduğunda Otto kendisini hiç olmadığı kadar iyi hissediyordu. Hala ağrıları vardı ama umursamıyordu. Kahvaltı sonrası politika ve tarih dersleri vardı. Kitaplarını toparladı. Zihninden bilgileri yeniden geçirdi.
Abelar ya da Hobert'ın odasına gelmesini bekledi ama gelen giden olmadı. Biraz daha beklemeye karar verdi ama yine kimse gelmedi. Sonunda kitaplarını alıp odasından çıktı.
Yüksek Kule koridorları her zamanki gibi sessizdi. Pencerelerden kuş sesleri ve kulenin önünden akan nehrin kendine özgü kokusu geliyordu. Kahvaltı yaptıkları salona geldiğinde boş olduğunu fark etti. Herkes neredeydi? Baş üstada gitmeyi düşündü ama o kadar merdiveni çıkmayı göze alamadı.
İçine hiç sinmese de babasının odasına gitmeye karar verdi. Yaklaşık üç kat çıktıktan sonra geniş koridora ulaştı ve babasının odasına doğru yürümeye basladı. Kapının önünde bir sürü muhafız duruyordu. Sanki normal zamandan farklı sayıda gibilerdi. Kapıya yaklaştıkça kulağına sesler gelmeye başladı. Bunlar tartışma sesine benziyordu. Arada Hobert'in sesini ayırt etti.
"Menzil lordları kendilerinden şüphelenildiğini anlamamalı."
"Anlamayacaklar," dedi babası kesin bir şekilde. "Otto'nun eğitimi-"
"Otto eğitimini burada tamamlayacak." dedi annesi. Sesinde kararlılık vardı ve biri karşı çıkacak olursa cevabını sertçe vereceğini önceden belli ediyordu. "Hanemizin hiçbir oğulu bugüne kadar Oldtown dışında eğitim görmedi."
"Ve zamanı geldiğinde onu şövalye ilan edeceğim," dedi Hobert. "Yeterince fısıltı duydum. Dedikodular çok rahatsız edici olmaya başladı baba."
Otto öylece kapıda bekliyordu. Muhafızlar da ne yapacaklarına karar verememiş gibilerdi. Sonunda içlerinden biri içeriye girip Otto'nun varlığını duyurdu.
Odadan ilk çıkan Hobert olmuştu. Küçük kardeşine gülümsedi. "Bugün daha erken kalkmışsın. Dinlenseydin."
"Erken mi?" Otto her zamanki saatte kalktığını düşünmüştü ama gözleri tekrar pencereye ulaştığında normalden daha erken olduğunu anladı. Ayrıca içeride akşam kendisinin önerdiği planın yapıldığını da fark etti ama bir şey demedi.
Hobert, Otto'nun elinden tuttu. "Madem uyandın bir şeyler yiyelim," dedi. Abisi yorgun görünüyordu. Neşeli duruşunu bozmak istemiyordu ama yorgundu.
Sessiz koridorlarda ilerlemeye devam ederken Hobert "Kralın Şehri'ne gideceğiz, babam av şölenine katılmamanın çok da iyi bir fikir olmadığını söyledi."
"Yani benim dediğimi mantıklı buldu." Otto'nun cevabı üzerine Hobert'in gözleri dalgınlaştı. Otto içinde bir yerlerde abisinin kendisine kızgın olup olmadığını merak etti. Hobert dediğine bir karşılık vermedi. Onun yerine başka bir şey söyledi.
"Annem çok huzursuz. Kızıl Kale'ye en son yıllar önce gitmiş ve oranın ruhuna iyi gelmediğini söylüyor."
"Neden?"
"Sanırım Targaryen ailesinin ahlak anlayışı anneme çok ters geliyor," Hobert bunu sırıtarak söylemişti. Otto okuduğu kitaplardan abisinin neyi kastettiğini biliyordu ama bunu pek de umursamadığını fark etti.
Her ailenin kendi gelenekleri vardı. Ve ejderhalara hükmeden Targaryenlerin de yapmak zorunda bazı şeyler Hightower yaşantısına uymayabilirdi. Kendi ailesinde belki böyle şeylerin olmasını istemezdi ama başkalarının nasıl yaşadığını annesi gibi umursamıyordu.
Hobert mutfağa geldiğinde sabah yiyecekleri yeni hazırlanıyordu. Önüne çıkan birkaç bir şeyi alıp Otto'yla beraber odalarına çıktılar.
"Bugün politika dersin var," dedi Otto'ya.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİNCİ OĞUL | HOUSE HİGHTOWER
FanfictionBir ikinci oğul en fazla ne kadar ileriye gidebilirdi? Gururlarıyla Hightower Ailesinin nispeten pek de becerikli olmayan ikinci oğullarının adını kendisinin yüceltmesinin hikayesi.