.

58 12 19
                                    

İçeriye giren hafif güneş ışığı tenimi ısıtırken bir yandan masamda elimdeki vazoyu mavi tonlarına boyuyorum. Lacivert bir çizgi çekerek mavi zambağın gövdesini yarattım. Ağız kısmına ise dik olmasına özen gösterdiğim bir doğru çizerek mavi boyaya batırmak için fırçamı kutuya uzatırken kapı açıldı.

İhtiyar diye isimlendirebileceğim babamın kahyası içeri girdi. Selamladıktan sonra konuşmaya başladı.

"Efendi Heeseung, biri sizi görmek istiyor. İsmini söylemedi ama size bunu vermemi istedi."

Mendile sarılmış bilinmeyeni ellerimin arasına bıraktı. İçini açtığımda bir fırça beni karşıladı. Ucuz ve dandik bir şeye benziyordu. Ucundaki boya izleri bunu kullanan kişinin başka fırçası olmadığını ispat ediyordu. Elimde alıp çevirirken bir yazı gördüm.

"jehenna, 301."

Kaşlarımı çatarak kahyaya baktım. Fırçayı mendile geri koydum ve masanın üzerine bıraktım. "Gelsin bakalım." diye ona vazifesini verdim. Bana onaylarcasına bir hareket yaptıktan sonra kapıyı yavaşça kapattı.

Sandalyeme yaslanarak geri gittim ve fırçaya bakmaya geri döndüm. "Jehenna" latince bir kelimeydi ve "cehennem" manasına geliyordu ama "301" de neyin nesiydi? Oyulmuş bu üç rakama dalmışken kapının açılmasıyla kafamı kaldırdım.

Kahyayla arkasındaki yabancıyı süzdüm. Kahya bana yabancıyı takdim ettikten sonra çekildi. Beyaz teniyle dikkat çeken, soluk yüzünde burnunun üstündeki beni, kahverengi gözleriyle eşlik ederek karşıma çıktı. Tanıdık simasını inceledikçe anılarıma bir silik yüz eşlik ediyor.

"İsminiz nedir, acaba?"

"Söylesem hatırlar mısınız bilemem ama ben Sunghoon, Park Sunghoon."

"Ne?"

Hayatımın en büyük şokunu yaşamış olabilirdim, en son yirmi yaşımda gördüğüm Sunghoon şimdi kanlı canlı karşımdaydı. Aradan geçen on yıl gözümün önünden hızlıca geçti. Bir anda kayboldu ve bir anda ortaya çıktı.

"Gerçekten sen misin?"

Gülümsemeyle "Evet." dedi. "Artık oturmama izin verecek misin?"

Başımı hızlıca "Tabii ki." anlamında salladım. Hala sakinleşememişken konuşmaya başladı.

"Nasılsın, o şey nasıl gidiyor?" diyerek önümdeki vazoyu gösterdi. Aradan geçen yılların ardından şu basit şeyi sormasını garipsedim.

"İyiyim, daha yeni boyamaya başladım. Hatırlıyor musun? Önceden sen çok resim çizerdin ben de dersimi çalışırdım. Sana çalışmanı söylediğimde beni inek olarak gösterirdin. Hala resimle uğraşıyor musun?"

"Yani, aslında, öyle şeylerle uğraşmayı bıraktım." Sesindeki sıkıntılı tını gayet de farkediliyordu.

"Peki, şuan napıyorsun?"

"Morgda çalışıyorum."

"Hala ölülere karşı ilgili misin?"

"Evet."

"O zaman psikoloğa gittiğinde bunu takıntı derecesine geldiğini söylemiştin."

"Evet, dürüst olacaksam, artık bunu bırakabileceğimi sanmıyorum."

"Neden? Biraz garipsin."

"Lütfen, daha fazla soru sorma."

Kaşlarımı çatmış halde ona baktım. Ellerine bakarak düşüncelere dalmış gibiydi. Bana döndü.

"Abinin ölümünü hatırlıyor musun?"

Başımı salladım.

"Bu tamamen benim hatamdı."

cehennem | heehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin