Sabahın ilk ışıkları odaya süzülürken, Saliha hafifçe uyandı. Hande, hala derin uykudaydı, yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Saliha, bir an için onun uyuyan halini izledi, Hande'nin yüzündeki dinginlik, içindeki tüm kaygıları silip süpürüyordu. Onu rahatsız etmek istemediği için usulca yataktan kalktı, pencereye yaklaştı. Gözlerini kısarak dışarıya, uyanmaya başlayan şehrin manzarasına baktı. İstanbul, yeni bir güne uyanıyordu; kuşlar ötüşüyor, Boğaz'da hafif bir sis tabakası süzülüyordu.
Saliha, mutfağa doğru yöneldi. Bir fincan kahve hazırlarken, düşündükleri sabahın sessizliğiyle birlikte zihninde yankı buluyordu. Hande ile geçirdikleri gece, içinde derin bir huzur bırakmıştı. Kahve fincanını eline alıp balkona çıktı. Sabahın serinliği, onu biraz ürpertti ama bu hissi sevdi. Hande'nin yanına dönerken, aklında ona güzel bir gün hazırlamak vardı.
Hande'yi uyandırmak istemedi, kahve kokusunun onu cezbetmesini umarak fincanı başucuna bıraktı. Kendi fincanından bir yudum alırken, bir yandan da pencerenin kenarına yaslanıp Hande'yi izledi. Hande'nin hafifçe kıpırdandığını görünce, Saliha gülümsedi. Gözlerini açan Hande, Saliha'nın ona doğru bakan gözleriyle karşılaştı.
Uykulu bir halde, "Sabah mı oldu?" diye mırıldandı.
"Evet, uykucu. Kalk hadi, birlikte kahvaltı edelim."
Hande, yavaşça doğrulup kahve fincanını eline aldı.
"Seninle her sabah böyle başlasın isterim,"
"O kadar kolay değil. Bazı sabahlar sen kahvaltıyı hazırlayacaksın," diye şaka yaptı.
Ama Hande'nin yüzündeki sıcak gülümsemeye bakarken, içten içe her sabahın böyle başlamasını diledi.Birlikte mutfağa geçtiler. Saliha, dolaptan malzemeleri çıkarırken Hande, kahvaltıyı hazırlamaya başladı. Tost ekmeklerini dilimleyip peynirleri yerleştirirken, aralarındaki sessizlik bile konuşuyor gibiydi.Saliha, dolaptan birkaç malzeme çıkardıktan sonra durakladı, gözleri hafifçe parladı.
"Bugün ne yapalım?" diye sordu Hande, göz ucuyla Saliha'ya bakarak.
Saliha, düşünceli bir ifadeyle cevap verdi, "Balat'a gidelim mi?"
Hande, kaşlarını hafifçe kaldırarak şaşırdı. "Nereden çıktı şimdi Balat?"
Saliha, bir an durdu, sanki içinden geçenleri tartmaya çalışıyormuş gibi. Sonra gülümseyerek,
"Uzun zamandır Balat'a gitmeyi düşünüyordum ama bir türlü gidemedim,"
"Biraz nostalji yaparız, sokaklarında dolaşırız. Hem ben antikacılarda gezmeyi çok severim, neredeyse İstanbul'daki bütün antikacıları gezdim ama Balat'takilere bir türlü gidemedim. Hem o eski sokaklar, renkli evler... Oralar çok güzel oluyor, özellikle bu mevsimde."
Hande, bu coşkulu açıklamaya karşı gülümseyerek eğildi, Saliha'nın gözlerinin içine baktı.
"Sen böyle anlatınca, gitmemek olmaz. Zaten her seferinde başka bir yerden bahsedip, sonunda beni ikna ediyorsun,"
Saliha, hafifçe Hande'nin omzuna vurdu, gülerek,
"İkna olmaya hazırsın zaten, bahaneler arıyorsun,"
"Ne yapalım, seninle gezmek her zaman güzel."
Sonra, elindeki ekmek dilimini bırakarak Saliha'yı kendine doğru çekti. "Hazırlanalım o zaman, Balat bizi bekler," diye ekledi, gözlerinde o tanıdık oyunbaz ışıltıyla.
Saliha, Hande'nin bu sıcak onayını alınca içten bir gülümsemeyle, "O zaman kahvaltıyı çabucak bitirip yola çıkalım," dedi. Kahvaltının geri kalanını keyifli bir sohbetle tamamladılar, aralarındaki uyum ve neşeyle sabahın sakinliğini doldurdular.