Kadının Vedası

96 7 6
                                    

Bambaşka birgün olmalıydı güya, her sabah gibi bu sabahta. Ama yine aynıydı. Hiç bir şey değişmemişti. Her sabah kendime, bir gün bambaşka olacak her şey diyordum. Evet, henüz o günlere gelemediğimin farkındaydım.

Uyanır uyanmaz aklıma gelen ilk şey oydu yine. Bu sabahta, ondan önceki sabahta, hatta o günden beri her sabah böyleydi bu. Kafamda o, rüyalarımda o, her yerde o vardı hala. Sanki her defasında aynı sabaha uyanıyordum.

Yastığı suratıma kapatıp bastırdım. Işık görmek istemiyordum, sadece uyumak istiyordum. Uyku sanki tek kaçış yolumdu. Hiç bir şey düşünmek istemiyordum. Gitgide tükenmiştim resmen. Peki nereye kadar böyle gidecekti? Bir şeylerin değişeceği günü bekleyerek uyanmaktan gerçekten çok sıkılmıştım.

Her gece rüyalarıma giriyordu. Hep o son konuşma, bağırış çağırış. Beş ay geçmişti üzerinden ya koskoca beş ay. Kabul etmem gerekir bu beş ayda çok değişmiştim. Ben ya ben değişmiştim. Ne olursa olsun değişmem derdim hep. Öyle olmuyormuş işte, yeni yeni anlıyorum. 

Bu hale nasıl gelmiştim ben? 

Toparlanmaya çalıştıkça daha da yıkılmıştım. Farkına varamadan bambaşka birisi olup çıkmıştım. Bir nevi kendi kabuğuma çekilmiştim. Ne olacaksa olsun moduna girmiştim. Her şey o kadar çok üst üste gelmişti ki belkide sorun buydu.

Bir süre kendimden kaçtım, evet fazla uzun bir süreydi doğrusunu söylemek gerekirse. Unuttum, sevmedim, sevmiyorum, geçti gitti gibi şeyler diyordum kendime sürekli. En sonunda kabullendim, unutamıyordum, olmuyordu. 

Özlüyordum, kendimi suçlayıp duruyordum, bu hale ben getirdim diye. Sahiden öyle miydi? Bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum. Bazen hep o suçluymuş gibime geliyordu, bazende tamamen kendimi suçlu hissediyordum.

İşin en kötü tarafıysa benim en güzel zamanlarımda onunlaydı, en kötü zamanlarımda.

Ben bu haldeyken, onun yeni bir sevgilisi ve mutlu bir ilişkisi vardı. Halinden de memnundu biliyorum, mutluydu, seviyordu o kızı. Benim yapamadığımı o yapabilmişti işte. Beni, yaşadıklarımızı unutmayı başarabilmişti.

Ne yalan söyleyeyim ben hep beklemiştim geri gelir diye, bir şey olur da bana döner diye. Böyle bitemez, dönecek elbet bir gün diye kendimi avutup durdum sürekli. Belkide alışmıştım sürekli dönmesine, bu yüzden dönmesini bekliyordum bunca zamandır. Ama bu sefer dönmemişti, dönmeyecekti. Sonunda bunu kabullendim ve kendi yoluma gitmeye karar verdim. 

Dönecek bir adam yoksa, bekleyecek biri de olmamalıydı ardında.

İşte gerçek vedam buydu ona, çünkü içimdeki ona şimdi veda ediyordum. Artık beklemeyecektim, o gitmişti dönmemek üzere. Şimdi de ben ondan gidiyordum...


***

Bu sabah, her sabahtan daha farklıydı sanırım. Öncelikle hiç rüya görmemiştim. Güzel uyumuştum ve en önemlisi güzel uyanmıştım. Bir gün her şey bambaşka olacak deyip duruyordum ya, o gün bugündü işte.

Kalkıp dolabıma doğru yöneldim. Ne giyecektim? Bu soru her seferinde kendimi katletmek istememe yol açıyordu. Fazla kararsız bir insandım, sanırsınız milyon tane kıyafet varda aralarından seçemiyordum. Üstelik tüm kıyafetlerim de siyah, hepsi siyah. Anlayacağınız simsiyah giyinip çıkmak için bile on saat düşünüyordum.

Tam giyinip hazırlandım, telefonum çaldı. Tabii ki geç kalmıştım, hiç affetmem her zaman her yere geç kalırım. Huyum bu benim, sabahın köründe de hazırlansam zamanında yetişemiyordum hiç bir yere. 

"Efendim?" diye telefonu açtım bir yandanda ayakkabılarımı bağlamaya çalışıyordum. 

"Neredesin, yine geç kalacaksan söyle de geç bineyim dolmuşa" dedi Ecrin. 

İçimi okumuştu mu demeliydim, beni fazla iyi mi tanıyordu siz karar verin. 

"Belki biraz geç kalabilirim, çok değil yarım saat." dedim. 

"Ya ben bıktım senden, bir kere erken gelsen nolur kapat tamam kapat." diye bağırarak yüzüme kapattı. 

Oda haklıydı tabi, yıllardır bir kere bile zamanında buluşma yerinde olamamıştım.

Koşa koşa arka kapıdan çıktım. Şansıma dolmuş hemen gelmişti. Resmen şehirin dışında oturuyordum, hatta direk dışında oturuyordum. Geç kalmamın en büyük mazereti ve gerekçeside genellikle buydu zaten.

Dolmuştan iner inmez, Ecrin'i gördüm. Gözlerini pörtletmiş, ellerini bağlamış beni bekliyordu. Sevimli sevimli yaklaştım. 

"Gelmeseydin" diyerek gözlerini devirdi. 

Daha sonra gülümseyerek kollarını açtı ve sarıldı. Nasılda seviyordum Ecrin'i, resmen bir insanın sahip olabileceği en iyi arkadaştı. İyi kötü her zaman yanımdaydı. Hatta ailemin haricinde belkide güvendiğim, inandığım her zaman yanımda istediğim tek insandı.

"Aç mısın, yemek yiyelim mi?" dedi. 

Tamda yemek yiyelim diyecektim yemin ederim. Her şeyde içimiz dışımız bir gibiydi. Genellikle aynı anda aynı şeyleri düşünüyorduk. Onu benim için özel kılan şeyde buydu sanırım ya da özel olduğu için bu böyleydi. 

"Olur yiyelim." dedim gülümseyerek. 

Birden durdu, "Sen niye bu kadar mutlu gözüküyorsun? Normal değil bu, korkutma beni Aslı" dedi. 

"Normal değil mi?" dedim kaşımı kaldırarak. 

"Bilmiyorum, bir şey olmuş gibime geldi." dedi. 

"Bir yemek yiyelimde konuşuruz." dedim.

Oturduk, yemeğimizi yedik, şimdi de kim lafı açacak diye bekliyorduk resmen. 

"Anlat hadi" dedi. 

"Ya aslında öyle anlatılacak bir şey yok" dedim. 

"Aslı sen mi anlatırsın, zorla mı anlattırayım?" dedi ve ellerini birleştirip çenesinin altına koydu. İşte o an sorguya çekilmiş gibi hissettim. 

 "Sen anlat var mı bir gelişme?" diyerek konuyu değiştirmeye çalıştım. 

"İki aydır çıkıyorlarmış." dedi. Yine konuyu değiştirmeyi başaramamıştım. 

"E bunu biliyorduk." diye kısa kesmeye çalıştım. 

"Murat kızı seviyormuş, ilişkileri iyiymiş, ciddi düşünüyorlarmış. Ama ben hala inanmıyorum öyle bir kız olduğuna." dedi. 

Duyduklarım çok acı, ama inandırıcı değil konuşmasına başlamıştık yine. 

"Hayır ben kabullendim, siz kabullenemediniz, geçti gitti işte." dedim. 

Tabii ki yalan, kabullenememiştim. Ama geçip gitmesine az kalmıştı, en azından kendimi buna inandırıyordum. 

"Bilmiyorum, ben inanmıyorum sevgilisi olduğuna. Bir kere Murat'dan bahsediyoruz, düzenli ilişki, senden başkasının olması, bilemiyorum hiç inandırıcı değil." dedi. 

Deme öyle be, deme işte. Kendi yoluma gidecektim ben, yoluma taş koyma işte.

"Ecrin inan artık yoruldum, yıldım, bu durumda ne denir onu bile bilmiyorum." dedim. 

"Ne yapmayı düşünüyorsun peki?" dedi. 

Güzel bir soruydu. Bir dakika kadar bakakaldım öylece, kitlenmiştim adeta. 

"Bilmiyorum ama böyle gitmemeli. Kaç aydır kendimi üzmekten ileri gitmiyorum, üstelik o şuan mutlu. Hemde bir başkasıyla. Çok düşündüm, kabullendim artık dönmeyecek. Bende artık beklemeyeceğim." dedim. 

Gözlerini kocaman açarak "Kardeşim ben bu hikayenin sonunu biliyorum." dedi ve ikimizde gülmeye başladık. 

Ne yaşarsak yaşayalım, bu cümle vazgeçilmezdi. 

Kilit nokta bu cümledeydi ama kime göre, neye göre?

Sil BaştanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin