three

246 38 22
                                    

yemekhaneye girmem ile bir kaç fısıltının başlaması bir olmuştu ve yine yollarından şaşmayıp sanki başka hiçbir işleri yokmuş gibi beni ve sevgilimi konuşuyorlardı. duyduğumu her zamanki gibi biliyorlardı, onlar için attığımız her adım konuşulur nitelikteydi. bazıları hala bir hafta önce ki kavgayı konuşuyordu, bazıları ne kadar şanslı olduğumdan falan bahsediyordu. bunda hiçbir iyi niyetin olmadığından emindim. 

öğle arasına girmemiz ile birlikte altay'ı babası yanına çağırmıştı. babası bu okulun müdürüydü ve oğlunun kavgalarını çok yakından biliyor ve takip ediyordu. sebeplerini de çoğu zaman tahmin ediyordu muhtemelen. altay'ın ailesiyle aram iyiydi, beni severlerdi. hele ki annesi, benim annemmiş gibi davranıyor ve yokluğunu aratmıyordu çoğu zaman. babası ise oğlunun her haylazlığını örtbas etmekten hiç mutlu değildi ancak yapıyordu işte. 

altay şuan yirmi yaşında olmasına rağmen bazen o kadar çocuksu oluyordu ki, o sert ve kavgacı halinin arkasına saklanmış minnoş bir altay yatıyordu. lise son sınıf olmamıza rağmen altay'ın yaşı garip geliyordu hala herkese ancak o küçükken bir sene geç başlamıştı. geçen sene ise sakatlandığı için okula gelememiş ve sınıfta kalmıştı. umuyordumki buradan sağ salim birlikte gidebilirdik.

ben ise on sekiz yaşındaydım ve altay ile aramızda ki fark insanların imaları yüzünden rahatsız etse de artık umurumda değildi. hem iki yaş öyle çokta değil bence.

tam masaya oturmak gibi bir düşüne vardı ki, üzerime boylu boyunca çorba dökülmesi ile irkilerek geri çekildim. neyse ki yemeklerimiz sıcak değil soğuk oluyordu her zaman, o yüzden yanmamıştım sadece ılık bile olsa içimi ürperten bir havası vardı.

"çok özür dilerim"

kafamı kaldırdığım gibi yabancı bir çocuğun gözlerinde ki pişmanlığı gördüm. önemli olmadığını belirtircesine başımı iki yana sallarken gözlerim saçlarına takıldı. gülme isteğimi bastıramazken ufak bir kıkırtı çıktı dudaklarımdan, sarı ve kıvırcık saçları vardı. ilk defa bu tipte saçı olan bir insan ile karşılaşmıştım ve çok komik duruyordu.

çocuk anlamazcasına suratıma bakarken, saçlarına baktığımı görmüş olmalı ki o da güldü hafiften. 

"komik mi? üzerine çorba döküldü"

sesinde ki samimiyet garip gelse de bu sefer büyük bir kahkaha attım, karşımda ki çocuk dahil herkes bana garip garip bakarken, neden aniden böyle güldüğümü ben bile bilmiyordum. tam o sırada kolumun sertçe tutulup çekilmesi ile dengemi sağlayamayıp sert bir göğüse dayandım. 

"ne oluyor burada? üzerinin hali ne?"

altay'ın sesini duymam ile yutkundum çünkü hiçbir şeyi umursamayıp sadece karşımda duran garip saçlı çocuğa kilitlenmişti. 

"sen kimsin?"

çocuğun üzerine hafif yürürken hemen tuttum belinden, yine başlıyorduk işte. karşıda ki  çocuk tek kaşını kaldırıp önce bana baktı ardından omuzlarını daha da dikleştirip, az önce ki gülen yüzünden eser kalmadan düz bir ifadeye geçiş yaptı. 

"barış alper ben, sen kimsin?"

adını daha önce hiç duymamıştım, yeni gelmişti muhtemelen. geçen gümlerde kızların bahsettiği çocuk oydu demek. başka bir okuldan kavga etmesi sebebi ile buraya gönderilmişti, sanki başımda ki yetmiyormuş gibi..

"onu mu diyorum lan"

sesini yükseltmesi ve tekrar üzerine yürümesi ile durumun büyüyeceğini anlayarak altay'ın elini tuttum iki elimle sıkıca.

"altay gidelim, bir şey yok"

"var gibi duruyor"

bana değil de barışa bakarak söylemesi ile göz devirdim. allahım sanki hala ergenliğini atlatamamış tipik kavgacı ergenler gibiydi. barış kendinden ödün vermeyip olacakları izlerken bir kez daha altay'ın elini çekiştirdim.

"üzerime yanlışlıkla çorba döküldü sadece, bir sorun yok. hem canım acıyor lavaboya gidelim lütfen"

canım acımıyordu, sadece onu buradan ancak kendimi kullanarak çıkartabilirdim. son cümlem ile barış'a kitlenen bakışları anında bana dönüp üzerimde ki lekeye baktı. dişlerini sıktığını anlamıştım ve elimi sıkıca tutup tabiri caizse ardından bedenimi sürükler gibi çekiyordu.

tüm karidor boyu böyle ilerleyip sonunda lavaboya girdiğimizde içeride ki bir kaç kişi vardı ancak altay'ın uyarıcı ve oldukça samimi(!) bakışları ile hepsi çıkmıştı.
sadece ikimiz kaldığımızda hiçbir şey demeden, yüzüme bile bakmadan yanıma gelip üzerimde ki siyah okul formamın eteklerini tuttu.

ani bir hareketle üzerimde ki formayı çıkarmıştı. ardından tuvaletin kapısını kilitleyip tekrar bana döndü ve o kadar kötü bakıyordu ki biraz tırsıp geriye adım attım.

ancak zaten bana kalmadan çevik bir hareketle öne atılıp çenemi sıkıca kavradı ve bir kaç adım arkamda kalan duvara sertçe çarpmama sebep oldu. dudaklarım arasından kopan sızıya kulak vermeden keskin bakışlarını üzerimde hissettim.

"anlamadım mı sence?"

kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki, altay'ın çenemde ki tutuşu çok sıkıydı ve bakışları altında
eziliyordum.

"ne?"
titreyen sesime rağmen konuştuğumda alayla güldü.

"beni oradan uzaklaştırmak için yalan söyledin, canın yanmıyordu çünkü çorba zaten soğuktu"

gözlerine bakarken ilk defa bana karşı böyle sert baktığını hissettim. içim bir garip olurken konuşmak istedim. ağzımı açtım ancak daha da sıkması ile kafam yukarı doğru kalktı ve dibime kadar girip büzülmüş dudaklarımın milimler kadar uzağındayken kafamı iki yana sallamasıyla sustum.

"kimdi o çocuk? niye gülüyordunuz?"

işte yine bir kıskançlık vakası ile karşı karşıyaydım, bıkkınca gözlerine bakarken benden bir cevap bekliyor gibiydi.
ellerinin izin verdiği kadarıyla konuştum.

"tanımıyorum, yanlışlıkla çorba döktü üzerime sonra özür diledi o kadar"

"bunda kahkaha atacak ne var?"

sinirle soludum, benim başka insanlarla muhabbet kuruyor oluşuma bile engel oluyordu.

"altay saçmalıyorsun iyice"

çenemi sıkan elini tuttum geri çekmek için ama bu sefer elini oradan çekip boynuma koyduğunda sıkmıyordu çok fazla ancak yine de kavrayışını çok net bir şekilde hissediyordum. gözlerini kapatıp, başını boynuma yaklaştırdı.

"saçmalıyorum öyle mi? sen tanımadığım çocuğun birine öyle güzel güzel gül, ondan sonra altay niye kıskanıyor, altay niye sinirleniyor?"

sesinde ki tonun aksine davranışları gayet sakindi, boynumu öpüp kokluyor, ara sıra dişleri arasına alıp izlerinin geçmesini sağlıyordu.

"saçları komik gelmişti"

dümdüz duvara bakarken konuştum, o kadar sıkılmıştım ki bu durumdan. etrafımda onun haricinde insan kalmamıştı ve bir yerden sonra çok sinir bozucu geliyordu.

"saçına soktuğum"

hızla ona dönüp üzerimden ittirdim. insanları tanımadan sadece yaklaşımları ile ön yargılı davranıyordu.

"altay gerçekten saçmalıyorsun yeter, bir daha sakın canımı yakma"

sanki daha yeni fark ediyormuş gibiydi, anında gözlerine çöken hüzün ve pişmanlık ile kollarını belime sardı.

"özür dilerim güzelim, özür dilerim. yemin ederim bilerek olmadı, sinirimi senden çıkardım çok özür dilerim"

onca şeyi yapıp, söyleyip bir de üstüne özürler dilemesi artık benden bir etkiye sahip değildi. yüzünde ki ifade bozulmadan sadece kollarımı boynuna doladım. çok seviyordum, öyle böyle değil. kendimden vazgeçecek kadar çok seviyordum ancak bu hastalıklı davranışları sinirimi bozuyordu.

"önemli değil bir tanem"

aslında çok önemliydi ama, önemsiz demek daha kolaydı..

***

hatalarım varsa kusura bakmayın :)
biraz yorum yaparsanız sevinirim, öyle daha motive oluyorum

red flag | alkerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin