27. Bölüm

226 49 14
                                    



27.Bölüm

Kumsalda yürüyüş esnasında düşürülen ufak eşyalar olur. Kimi zaman bir anahtarlık, kimi zaman bir kolye veya bilezik hatta bazen çok özel anlara şahitlik etmiş bir çift küpe. Bu eşyalar hızla düştükleri kuma saplanır önce. Kum etraflarını sarar, çünkü kum zayıflığını güçlü yönleriyle tamamlayabilecek kadar yeteneklidir.

Daha sonra; denizin dalgaları giriverir işin içine. Birkaç kez o eşyaların üzerine atıldıktan sonra onların kuvvetini öğrenir. Zayıf noktalarını, onları nereden vurabileceğini kaşfeder ve saldırmaya başlar. Eşyalar zayıftır. Bu yüzden kaybederler. Sahipleri yürüyüşlerini bitirdiğinde onlar çoktan denizin derinliklerine doğru yola çıkmış olur.

Düşürülmüştüm.

Sert bir şekilde kuma saplanmıştım. Bedenim titriyordu, zihnim acıyordu. İçimde kalbime kadar yükselen sarmaşıklar vardı. Zayıftım. Çaresizdim. Tek kelimelik bir cümle gibiydim, okunup geçiliyordum.

Yap boz dağılmıştı. Yerleştirdiğim parçaların uyumsuzlukları teker teker gözüme çarpıyordu. Yeşil ile biten köşelere mavi getiremezdim. Bir insan hem zayıf hem cesur olamazdı. Ben hem Ruh Emici hem Avcı olamazdım.

Yüzüm avuçlarımın arasında yer etmişti. Korkmuyordum fakat gergindim. Hızlıydım, hızla konuşup hızla yürüyordum. Odanın içini zihnime kazımıştım. Mobilyanın kenarındaki ince çiziği de yatak örtüsünün açık mavi çiçeklerini de hafızama yerleştirmiştim.

Yapacak bir şeyler bulmalıydım. Olmak istediğim kişi ile olduğum kişi arasında bir tercihti bu benim için. Zihnim benle dalga geçer gibiydi. İlham gelmiş bir yazar misali hızla düşünüyordum. Daha bir kelimeyi yazamadan milyonuncu paragrafı kurguluyordum zihnimde.

Yerimden kalktım.

Üzerimde siyah bir kot pantolon ve yakasına etnik desenlerin işlendiği bir bluz vardı. Rahat görünüyordum. "Rahat hisset," diye fısıldadı zihnim. Kendimi buna inandırıp akşam yemeği için alt kata indim.

Beklediğimin aksine sessizlik karşıladı beni. Duman Ailesi'nden kimse ortak salonda yoktu. "Rufus!" diye seslendiğimde sesim evin içinde yankılandı. Çok geçmeden Rufus'un ayak sesleri duyuldu. "İkizler kursta, moruk toplantıda, kumrular da... Ah nereden bileyim ki?"

Evde yalnızdık. Zihnim bana ne yapmam gerektiğini fısıldadığında adımlarımı üst kata, Rufus'un sesinin geldiği yöne, çevirdim. "Önce kibar olacağım," diye mırıldandım kendi kendime. "Zorunda kalırsam eğer," duraksadım. Rufus'un odasının önüne gelmiştim. İçerideki kıpırdanmaları duyar gibiydim. "Zor olacağım," diye cümlemi tamamladım. Kapıya bir kez tıklatıp cevap beklemeden içeri girdim.

Rufus balkon kapısının önündeydi. Manzaraya gözlerini kilitlemiş neresi olduğunu bilmediğim bu şehri inceliyordu. Gelen kişinin kim olduğunu bildiği için rahattı. Ben "Eve gitmek istiyorum," diyinceye kadar bana bakmamıştı bile. Gözlerini manzaradan güçlükle ayırıp bana döndü. "Zaten öylesin," dedi, ardından da zoraki bir gülümsemeyle dudaklarını şekillendirdi.

"Rufus..." Odanın içine doğru birkaç adım ilerledim. "Kast ettiğim Ozan ve Eren'di. Benim evim onların yanı." Açıklamamın yeterince doyurucu olduğunu umuyordum. Rufus sessiz kalınca, "Diğerleri burada yokken ikisinden birini ara ve beni almak için gelmelerini söyle," dedim.

Kızıl saçlarını bir yana attı Rufus, son kez camdan göz atıp yatağının ayakucuna oturdu. Benden yalnızca birkaç adım uzaklıktaydı. "Bak Mira..." Sessizlik. "Onların yanına dönmen çok zor..." Rufus, dürüst bir kadın. "Burada kalman gerek. Ben yakında gideceğim ama sen onları çok etkiledin." Beni bırakacak, Eren'e ihanet ediyor. "Seni burada tutmam gerek. Bunu kendi hayatım için yapıyorum belki ama inan bana mutluluğu burada bulacaksın." Bencil.

Rufus'a doğru bir adım attım. "Ara onları!" diye emir verdim hızla. Yaş olarak ondan küçüktüm belki ama son zamanlarda çok fazla savaşmıştım. Bir kez daha olmasından korkacak değildim, Rufus'un zayıflığı da bunu bilmemesiydi. "Mira, sana zor kullanmak istemiyorum. Lütfen odana dön," dedi Rufus. Konuşmayı böyle bitirdiğini sanıyordu. Benim gideceğime ve tüm bu olanları sindirip yepyeni bir hayata başlayacağımı sanıyordu. Yanılgısı büyüktü!

Kapının önüne gelene kadar zihnim onlarca atak planlamıştı. Düşünmeme gerek yoktu. Kendimi, içimdeki savaşçının kontrolüne bırakmıştım. İleri doğru atılıp uzun zamandır kesmediğim uzun tırnaklarımı Rufus'un boynuna geçirdim.

Kadın, beklemediği bu saldırıya büyümüş göz bebekleriyle karşılık verebildi. Dizlerim onun karnına bastırılmış vaziyetteydi. Canının ne kadar yandığını biliyordum, bu yüzden bana fazla sorun çıkartmazdı. "Bana telefonunu ver," dedim fakat sesim daha çok tıslama gibiydi. Öfke, boğazıma kadar gelmişti adeta. Bu yüzden konuşamıyordum bile.

Rufus, çekmem için kollarıma dayadığı ellerini geri çekip yatağın ortasına doğru fırlatılmış telefona uzanmaya çalıştı. "Ben alırım," dedim ve yavaşça ellerimi gevşettim. "Üzgünüm Rufus, diğerlerine kaçtığımı söylersin. Zaten boğazını gördüklerinde sana hak verirler." Ellerimi çektim ve hızla telefonu aldım. Rufus, can havliyle yerinde doğrulurken ben çoktan odadan çıkmıştım bile. Kapıyı arkamdan kilitleyip kendi odamdan paltomu aldım.

Evden çıkarken zihnimde bu geceyi nasıl geçireceğimin yanında bir de kimi arayacağım sorusu vardı. Ozan ile ilgili her şey zihnimden silinmişti zaten. Eren'i aramam ne kadar riskli olurdu, bilmiyordum. Yanında Avcılar olabilirdi. 

 Korkak. Korkağım...

"Bırak Ruhun Aşka Düşsün"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin