telefonumdan gelen bildirim sesi beni derin uykumdan uyandırdığında bedenimi gererek yüzümü acıyla kastım.
tek kişilik küçük yatağımdan çok oyalanmadan kalkıp telefonumu elime alarak saate baktım. dördü biraz geçtiğini gördüğümde rastgele yatağa fırlattım telefonu.
banyoya giderek yüzüme soğuk suyu defalarca kez çarptım uykumu açmak için. keskin bir ağrı omzuma saplandığında elimi lavabonun kenarlarına yaslayarak eğdiğim başımı kaldırdım ve aynadaki görüntüme baktım.
bitikti aynadaki adam.
göz altlarım uyku ve yorgunlukla şişmiş, iyice morarmıştı. kaşımda ve dudağımın köşesinde dün gecenin armağanı olan yaralar vardı. öyle bir bitiklik vardı ki bedenimde ölüden farksız olmuştum.
gözlerimi aşağı indirip dövmeli çıplak gövdemde gezdirdim. omuzlarım, kollarım, sağ elim, belimin yan taraflarında ve hatta kasığımın üstünde siyah boyayla işlenmiş desenler vardı.
eski formumu biraz kaybetsem de yüzümün aksine bedenim kötü halde değildi neyse ki.
çok nadir uzayan kısa saçlarımı da ıslatarak banyodan çıkarıp üstüme beyaz bir tişört geçirerek bir ihtimal evdedir diye salonda ve mutfakta gezindim.
yoktu.
umursamamaya çalışarak hazır mutfağa girmişken acı bir kahve hazırladım. ilk yudumumu almıştım ki çalan kapıyla elimdeki kupayla kapıya ilerledim.
tek hareketle açtığımda duvara yaslanarak kapıyı açmamı bekleyen bedenini görmüştüm. beni görünce gülümsemişti kocaman.
"ben geldim kar tanesi." elini havaya kaldırarak sevimli bir ses tonuyla konuştuğunda bir süre montunun içine gömülmüş kızarmış suratını inceledim ve başımı sallayarak içeri girdim.
hemen beni takip ederek içeri girmiş resim çantasını kenara bırakarak montunu çıkarmıştı.
"yeni mi uyandın? yemek yapmadığını tahmin ederek gelirken pizza aldım. yanılmadım değil mi?"
rahatça koltuğa oturduğumda elindeki pizza kutularıyla odaya girmişti. iki kutuyu açıp sehpaya bıraktığında kahvemi yudumlamaya devam ettim.
"mantar sever misin? ben sevdiğim için mantarlı aldım pizzaları ama biliyor musun, hiçbir arkadaşım sevmiyor.." suratını asarak başını sallamıştı. "sürekli mantar için inatlaşıyorum ama onlar çoğunluk olduğu için hep onlar kazanıyor.."
fikrimi sorarcasına bana baktığında omuz silktim. "yemek ayırmıyorum."
dişlerini göstererek gülüp yanıma oturdu heyecanla. "sahi mi? ben de öyleyim, ayırmadan her şeyi yerim. annem bazen bana kızıyor hatta. azıcık miden olsun oğlum, çöp kovası gibisin diyor."
neşeli bir kahkaha attığında gözlerim gerilen dudaklarında ve kısılan gözlerine takılı kalmıştu.
çok başka bir şeysin sen oğlum, anlatılacak gibi değil yaşanılacak türden.
"ah artık dayanamayacağım çok açım, o kadar yoruldum ki bugün okulda.." iştahla pizzasından yemeye başladığında kahve kupasını tutmayan elimi diğer koluma sararak onu izlemeye başladım.
yemek yemiyordu, aşk yaşıyordu sanki.
"sen neden yemiyorsun?" dolu ağzını eliyle kapatarak konuştuğunda omuz silktim.
"şimdi yiyemem ben."
çatık kaşlarıyka sinirli göründüğünü sanarak bana bakmaya başladı ama sadece sevimli görünüyordu.
"ne demek yiyemem şimdi? bu saate kadar sadece uyudun, açlıktan ölüyor olmalısın." sitemli gözlerle bana baktığında kahvemi içtim.
"yiyemem, yeni uyandım."
"sen yemiyorsan ben de yemeyeceğim." elindeki pizza dilimini kutuya geri bıraktığında ciddi mi diye yüzüne baktım.
meydan okurcasına bana baktığını gördüğümde alayla tısladım. "keyfin bilir çocuk, ister ye ister yeme."
rahat bir ifadeyle arkama yaslandığımda dediği gibi pizzasından bir lokma dahi almamıştı. göz ucuyla ona baktığımda kollarını inatla birbirine doladığını ama pizzaya yavru köpekler gibi içi giderek baktığını görmüştüm.
"aptal mısın? yer misin yemeğini artık, çocuk değilsin." dedim yaptığı şey canımı sıkarken.
başını bana çevirerek omuz silkti. "sen yersen ben de yerim."
inatla kararından dönmediğinde gözlerimi sıkıca kapattım. cidden çocuktu. bir süre daha pes eder diye beklesem da asla geri adım atmadığında kupamı sehpaya sinirle bıraktım.
"ye yemeğini." itiraz etmek için ağzını açtığında burnumdan soludum. "ben de yiyeceğim, artık ye şunu."
sinirle neredeyse tıslayarak konuşmama rağmen gülümsemiş önüme bıraktığı kutuyu açıp içinden bir dilim alıp ısırana kadar beni beklemiş ardından az önceki iştahıyla tekrardan yemeğine gömülmüştü.
ciddi anlamda yemek istemiyordum. normalde olsa asla midem almazdı uyanır uyanmaz pizzayı, anında kusardım. fakat şu an hiç fena değildi midem, sanırım onu izlemek iştahıma iyi gelmişti.
sonunda o pizzasını bitirmiş, ben ise üç dilim kadarını mucizevi bir şekilde yemiştim.
tokluk hissiyle arkasına yaslanarak elini karnına koydu. "ne yedik ama değil mi?"
gülerek göz ucuyla bana baktığında göz devirdim. eğleniyordu benimle küçük prens.
konuşmasını görmezden gelip sessiz kaldığımda uzunca beni izlemişti badem gözleri.
"çok çaba harcıyor musun bu kadar soğuk olmak için?" aniden sorduğu soruyla kaşlarımı çattım.
elini endişeyle sağa sola sallamıştı bakışlarımı gördüğünde. "hayır.. kötü amaçla söylemiyorum, sadece bunun doğal mı yoksa bir çaba sonucu mu olduğunu merak ediyorum."
iç çektiğinde konuşmaya devam edeceğini anlayarak onu dinlemeye devam ettim.
"eskiden senin gibi olmak isterdim. az ama öz konuşmak.. çok havalı!" gözleri parlarken alt dudağını ısırdı.
"bazen çok konuşuyorum, bu bunaltıcı olabiliyor çoğu zaman. hem havalı da değil. eğer beni karşına alıp konuşturmaya başlarsan çocukluğumdan bugüne kadar her şeyi rahatlıkla öğrenebilirsin bile.. çok aptalca."
ilk başta gülümsüyor olsa da sonradan suratını asıp burnunu kırıştırmıştı.
nasıl olabiliyordu böyle bir şey? nasıl oluyordu da beni havalı bulup, benim gibi olmak isteyebiliyordu? hiç kendi yansımasını görmemiş miydi? ışığının nasıl güçlü olduğunu, nasıl yoğun bir enerji yaydığını bilmiyor olmalıydı.
"öyle olduğunu sanmıyorum.." mırıltımla bakışları merakla bana döndüğünde dudağımı ıslattım.
"dışarıya az şey dökmek insanı epey yıpratıyor. sen.. sen çok tazesin, çocuk ruhlusun. bu daha az havalı olduğun değil, mutlu olduğun anlamına geliyor."
içimden yüzlerce destan yazsam da ona söyleyebildiklerim ancak birkaç cümle oluyordu. rastgele ağzımdan dökülen, zorlukla telaffuz edilen birkaç basit kelime topluluğu.
buna rağmen dudaklarında bir gülümseme yeşermiş bir kez daha gamzeleri bana yaşam alanı yaratmıştı.
cam gibi görünen duman rengi gözleri bana bakarken gülümsemesi sönmüş, başı yana eğilerek merak tomurcukları göz bebeklerinde yerini almıştı.
"peki öyleyse.. sen mutsuz musun kar tanesi?"
ah benim güzel oğlum.. cevabını veremeyeceğim ama zaten senin cevabını adın gibi bildiğin soruları sormaktan ne çok zevk alıyorsun..
"bilmem. sen bu sorunun cevabını öğrendiğinde bana iletirsin."
______zorlamak istemem ama sizden biraz oy ve yorum isteyeceğim..
iyi geceler!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the reason is 'you, yoonseok.
Fanfiction"tüm bu hislerin sebebi sensin, kar tanesi."