sushis.

40 11 28
                                    

kapının önüne geldiğimde elimi yorgunlukla kot pantolonumun ceplerinde gezdirdim. her zaman sağ ön cebimde olan demir parçasını bu sefer bulamadığımda dilimin ucunu ısırdım.

dün gece sarhoş oğlum yüzünden geç saatlere kadar uyumamış sabah da erkenden uyanmıştım. anahtarlarımı alacak kafa bile kalmamıştı bende.

uzanıp neredeyse hayatımda ilk defa kendi evimin zilini çaldım. dışarda kaldığımda normalde çilingir çağırırdım ama artık buna gerek kalmamıştı. tuhaf bir şekilde bu farkındalık güzel hissettirmişti.

ikinci defa çalmama gerek kalmadan kapıyı soğuk havaya rağmen kısa bir şort ve sıfır kol tişört giymiş oğlum açmıştı.

beni gördüğünde kaşları şaşkınlıkla kavislenmişti.

"oh, sen mi geldin? kurye geldi sanmıştım." kanarı çekildiğinde içeri girerek ceketimi çıkardım.

"neden kapıyı çaldın? anahtarını evde mi unuttun?" diye sorduğunda başımı salladım.

"o zaman neyse ki burada kalıyorum değil mi? çilingir çağırmana gerek kalmadı." gülümseyerek elini omzuma koyduğunda attığım tuhaf bakışla elini anında geri çekmişti.

"bugün sushi sipariş ettim. aslında evde yapmak istemiştim ama hiç malzeme yoktu. sipariş etmenin daha kolay olacağını düşündüm."

o bir şeyler anlatırken salona girdim. karşılaştığım görüntü ile kaşlarımı çatmadan edememiştim.

ona döndüğümde hafif korkuyla kafasını kaşıyarak gülümsedi. "şey.. ödevimi yapmam gerekiyor da etraf boya olmasın diye muşamba serdim. sadece birkaç saat için böyle kalabilir.. değil mi?" kaşlarını kaldırarak yavru köpekler gibi gözlerime baktığında iç çektim.

"ne ödevi?"

güzel sanatlar okuduğunu biliyordum. muhtemelen bir şeyler çizecekti, eğer öyleyse onu izlemekten zevk alacaktım. daha önce bir kere onu bir şeyler çizerken görmüştüm ve o görüntü oğlumun en çekici hallerinden biriydi.

"bir duygu üzerine portre çizimi yapmam gerekiyor. aslında bir hafta kadar vaktim vardı ama iki günde tamamlamam gerekiyor çünkü gerekli malzemeleri evden ancak yeni alabildim."

sıkıntıyla iç çektiğinde zaten küçük olan odanın en köşesine ittiği koltuğa oturdum.

"zor olmalı." dediğimde başını salladı.

"nasıl çizeceğime karar verirsem devamı kolay olacak da bir türlü kafamda tasarlayamıyorum."

ayaklarını ritimle yere vurmaya başlamıştı bu esnada. benimle kaldığı sürede stresliyken tam şu anda da yaptığı gibi kulağının arkasını kaşıdığını öğrenmiştim. onunla ilgili küçük detayları bilmek inanılmaz mutluluk veriyordu bana.

onun hakkında çok daha fazlasını, her şeyi öğrenmek istiyordum.

uzun bir sessizlikten sonra telefonuma odaklanmıştım ki neredeyse sıçrayarak bana dönmüştü

"kar tanesi.." diye uzatarak seslendiğinde dinlediğimi belirten bir ses çıkardım.

"düşündüm de acaba seni mi çizsem? ne dersin?"

yavaşça kaşlarımı çatarak ona döndüm, doğru anlayıp anlamadığımdan emin olamamıştım. oldukça ciddiydi.

"unut bu fikri derim." dediğimde dudaklarını büzmüş ayağa kalkarak önümde oturmuştu.

"ya kar tanesi lütfen.. aklımdaki tek fikir sensin, yalvarırım.." parlak gözlerle ısrarla yüzüme baktığında iç çektim.

başını yana eğerek daha çok yaklaştı. "hem bak ne istersen yaparım, şu ödevden tam puan alırsam dile benden ne dilersen." ikna etmek için uzunca baktığında bir süre düşündüm.

the reason is 'you, yoonseok.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin