Gece vakti çökmüş, ay ışığı zindanın küçük penceresinden iri ve büyük taşların üzerine düşmekteydi.
Kendimi duvara iyice yaslamış zihnimdeki seslerle bir başıma kalmıştım.
Kafamda dolanıp duran ve kulaklarımda yankılanan sesler italyda aşina olduğum ve bir süre sonra duymaktan bıktığım sözlerdi.
'Sinyor Matteo, yemeğiniz hazır.', 'Sinyor Matteo, banyoyu sizin için hazırlattım.', Sinyor Matteo, babanızın sizler için getirdiği kumaşlar hazır!'
Gözlerim dolarken büyük bir çığlık atıp hıçkırıkla ağladım ve ayaklarımı yere sinirle sürttüm.
En zirveden en aşağı nasıl düşmeyi başarabilmiştim? Bırak kızları erkekler bile italyada benden çekinirdi, peki ya şimdi bu hâlime ne derlerdi?
Göz yaşlarım çenemden aşağı akıp boynuma damlarken zindanın kapısının açılma sesiyle başkalarım kapıya döndü.
Bir kaç saniye sonra sürgüler açıldı ve içeri elindeki meşale ile bir hızla girdi.
"Matteo!"
Tanıdık ses ve bedenle birlikte göz yaşlarım daha da şiddetlendi ve ayaklanıp, koştum ve onun boynuna sarıldım.
O kas katı kesilirken yutkundu. Ben sımsıkı sarılmaya devam ederken "Lütfen kurtar beni, yalvarıyorum sana!" Dedim ağlamaya yakın bir ses tonuyla.
Boynundan ayrılıp sulu gözlerim ve ıslak yanaklarımla meşale ateşinin aydınlattığı yüzüne baktım.
O zümrüt yeşili gözleri ile gözlerimin içine bakarken bu hâlime karşın göz bebeği titredi ve elindeki meşaleyi birden bıraktı.
Meşale yere düşüp yanmaya devam ederken tek bir hamle ile beni kucağına alması bir oldu. Duruşunu dikleştirip ilerlemeye başlarken bende kas katı kesildim.
Nutkum tutulmuştu, zaten konuşmak hâlim bile yoktu. Ama yine de şuan bulunduğum konum yüzünden kas katı kesilmiş ve nefes dahi alamıyordum.
Zindan merdivenlerini teker teker çıkıp hareme uzanan büyük avluya ulaştığı vakit ister istemez utançla kasıldım ve ona doğru daha da yaklaştım.
Adım seslerini duymam ve derin bir kalabalığı işitmemle birlikte harem ahalisinin büyük kapıda toplandığını anladım.
"Destur Şehzade Timuçin hazretleri!"
Harem kalfaları endişe ve bir o kadarda şaşkınlıkla bağırırken tüm cariyeler hemen selam durdu.
Bakışlarımı yavaşça yukarı doğru kaldırmamla birliktelik harem avlusuna uzanan koridorda Müjgan Sultan ve Dilruba Sultanı gördüm.
Bakışları bizdeyken o hiç iskifini bile bozmadan ilerledi ve harem taşlığını terk etti.
Onun dairesine uzanan koridora girdiğimiz zaman bakışlarım istemsizce ona döndü.
Onunda bakışları bana dönerken hızla gözlerimi kaçırıp, kapattım. Şuan görmek veya düşünmek istemiyordum çünkü çok yorgundum.
Dairesinin kapıları bizim için açılırken içeri doğru adımladı ve kapılar hemen arkamızdan kapandı.
İlerleyip beni yatağa yatırması ile bakışlarım istemsizce tekrar ona döndü.
Yeşil gözleri benim gözlerimin içine bir kaç saniye döndü ve daha sonrada arkasına döndü "Ağalar!" Dedi sert bir sesle.
Kapılar açılıp bir kapı kulu askeri içeri girdiği vakit "Karşıdaki harem dairemi hazırlayın ve yiyecek bir şeyler getirin, hadi tez olun!" Dedi sonlara doğru sesini yükselterek.
Kapı kulu askeri hızla geri çekilip kapıları kapatırken yeşil gözleri tekrar bana döndü.
Zümrüt yeşili gözleri bir kaç saniye gözlerimin içine baktıktan sonra derin bir nefes aldı, verdi ve nefesi suratıma vurdu.
"İyi misin?"
Sesi biraz olsun incelmiş ve sessizleşmişti. Az önceki aslan kükremesinden sonra çıkan bu ses istemsizce içimi okşadı.
Gözlerimi kaçırıp "İyiyim.." Diyebildim sadece. Ellerini yanaklarıma attığı zaman kir ve kömür karası olan yanaklarımı elleriyle temizlemeye çalıştı ve ellerinde kalan izlere çatık kaşları ile baktı.
"Sana bunu nasıl reva görür?"
Kendi kendine sinirle mırıldanırken ben onun yüzüne odaklandım.
Esmer teni ve hatları belli olan yüz şeklini istemsizce incelemek istedim. Gözlerim ayrıntılara odaklanırken onun yeşil gözleri birden bana döndü.
Benim tekrar nutkum tutulup öylece kitlenirken gözlerimi gözlerinden ayıramadım.
Hemen ardından kapının açılması ile o arkasını döndü ve "Her şey hazır şehzadem, hamam dairesine geçebilirsiniz." Dedi endişe içinde kapı kulu askeri.
Karşımdaki şehzadenin başkaları bana dönerken kafası ile kapıyı işaret etti.
"Kalk."
Bana verilen komutla yutkundum. Avel avel suratına bakmaya devam ettim.
"Hadi, gel ben yıkacağım seni."
Bu olayı kavrayıp ve anlamama neden olan cümle olurken kafamı olumsuz anlamda hızla salladım.
"B-ben.."
"Sinyor Matteo, hadi kalk."
Bileğimi tutup çekiştirmesi ile direndim. "Matteo, kalksana." Diye o da direnirken arkasını döndü ve "Siz çekilin ve koridoru boş bırakın." Dedi sert bir sesle ve bana geri dönüp bileğimden çekip beni kaldırdı.
Kapı kulu askeri kapıları kapatmadan geriye çekilip giderken bakışlarım karşımdaki şehzadenin zümrüt yeşili gözlerindeydi.
"Yıkanman gerek, her tarafın pislik içinde."
Sakin ve yumuşak bir ses tonuyla konuşması ile "B-ben kendim hallederim." Dedim utançla.
"Merak etme, büyük bir kısmını gördüm orayı görmesemde olur."
Bu kelimeler bir kaç saniye boyunca beni düşünmeye sevk derken birden altımda sadece bir havlunun olduğunu anlamamla birlikte utançla kızardım.
Onun dudaklarının kenarı kıvrılırken çenesi ile karşıyı, kendi hamam daireisni işaret etti.
Ben kaderime razı gelip ilerledim ve derin bir nefes aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüt Yeşili
Исторические романыSinyor Matteo, İtalya'nın asil ve zarif prensidir. Ta kii taht yolunda koşan ve Osmanlı İmparatorluğunun veliahtı olan bir Şehzadenin eline düşene kadar. Tür: Tarihi Kurgu