Bir elim oldukça ağır olan uzun namlulu silahı tutarken, diğer elim birisiyle karşılaşmam ihtimalinde kaçmamı kolaylaştırmak için belimdeki sis bombasındaydı.
Tüy gibi adımlarımla ilerleyerek bana verilen haritadaki bölgeye vardım. Yerle bir olmuş kiliseye bakarken bir gün öncesine kadar burasının nasıl gözüktüğüne dair tahminler yürüttüm.
Bir yandan düşünürken bir yandan da molozların etrafını dolanıyor, ormanın ortasındaki açıklıkta durmamaya çalışarak etrafta birilerinin bulunup bulunmadığını kontrol ediyordum.
Sonunda kimsenin olmadığı kanısına vararak açıkta duran kiliseden hallice yıkılmış yapıya doğru ilerledim. Binanın altında kalmış yaklaşık otuza yakın adam vardı. Ama yüreğim gram sızlamadı. Ülkemi işgal eden, bizi doğduğumuz topraklardan kovmaya çalışan it sürüsüydü bunlar.
Aralarında dolanıp, yaşayan var mı diye bakınmaya başladım. Yaklaşık 4 saat önce timimin çavuşu önümdeki kilisede düşmanların sığındığı haberini vermişti. Bu haber yalnızca dikkatli olmamız ve etrafı gözlememiz için verilmişti. Ama timden yanlış anlayan bir asker, küçük kiliseye bomba atmış, büyük bir hataya girmişti.
Kim olduğunu bilmiyorduk, tüm tim kilometrelerce büyük olan dağa genişçe yayılıp çeşitli yerlere yerleştiği için gören de olmamıştı.
Şimdi ise bana verilen görevde sağ kalan birisini bulmam gerekiyordu. İhtiyacımız olan önemli bilgileri barındırıyor olabilirlerdi. Çavuşun sözlerine göre ordunun gözdeleriydi bunlar. Rehin olarak bile işe yararlardı.
Elimi boyunlarına bastırarak nabızlarını arıyor, bulamayınca elimi üstüme silerek bir diğerine geçiyordum. Onlara sadece dokunmak bile tüm vücudum mikropla kaplanmış gibi hissettiriyodu.
Bulunduğum yerde yaşama dair bir şey bulamayınca çöktüğüm yerden kalkıp biraz ilerledim. Umutsuzca gözlerimi yerlerde gezdirdim. Tam o sırada molozların altındaki günün ilk ışıklarıyla parlayan sarı saçlar çarptı gözüme.
Yavaşça yanına gittim ve üstündeki küçük moloz parçasını kenara attım. Göğüsü ufakça yükselip kalkıyordu. Yine de elimi nabzına attım ve kontrol ettim, gerçekten de yaşıyordu. Hızla yanından kalktım ve kalan bir kaç kişiye daha baktım, sanırım sadece bu sarı saçlı adam vardı yaşayan.
Geri yanına adımlayıp vücudunda hasarlı olan bir yer var mı diye baktım. Sadece kafası kanıyordu. Üstündeki teçhizatı toplayıp işe yarar bir şey var mı diye baktım.
Bana lazım olabilecek sadece silahı vardı. Ama o da kullanılamaz halde olduğu için kenara fırlattım ve yerde yatan adama doğru eğildim. Tek omzumun üstüne aldım ve elimle bacaklarından tutarak düşmemesini sağladım. Şimdi bir elimde silahım, diğerinde ise sarı çocuk vardı.
Hem sessiz olmaya çalıştığımdan hem de üstümdeki ağırlıktan dolayı yavaş yavaş yürüyerek bi kaç kilometre uzağımda kalan, çalıların arasında gizlenmiş kulübeme doğru ilerlemeye başladım. Kulübe diyip geçmek olmazdı, 15 m² olmasına rağmen üç ay boyunca orda yaşadığım için artık ev gibi geliyordu bana.
Bir saat süren yürüyüşümün sonunda kaldığım yere vardım. Bir yokuşun dibinde bulunduğu için girmek biraz zor olsa da ihtiyacım olan gizliliği sağladığı için şikayetim yoktu.
Kapısını tekmeleyerek açıp içeriye temkinli bir şekilde girdim. Daha önce takımdan bir askerin kulübesi bulunup pusu kurulmuştu, dikkat etmem gerekiyordu yani. Kimsenin bulunmadığından emin olunca sırtımdaki adamı yatak olarak kullandığım kilimin üstüne attım.
İki gündür bir şey yemediğim için güçten düşmeye başladığımı fark etmiştim gelirken. Bu sebeple tek bol bulunan eşyam olan kibritle küçük bir ateş yakıp odanın köşesine koyduğum konserve bezelyeyi ateşin üstüne koydum.
Yemekleri dengeli kullanmam gerekiyordu, bugünlük konservenin yarısını yerdim büyük ihtimalle. Aslında günde bir tane yiyebilmem gerekiyordu ama bana verilen kolideki konservelerden bazılarının kapağı patlamıştı. Ordu zor durumda olduğu için de itiraz edememiştim. Arada ormandan topladıklarımla beraber yetirmeye çalışıyordum kendime.
Bezelye konservesini ateşe iyice oturtturup geri adamın yanına döndüm. Elimi ne olur ne olmaz diyerek tekrardan tüm vücudunda gezdirdim. Üstündeki yeşil ceketi ve siyah kazağı çıkardım.
Sadece atletle duruyordu önümde. Atletinin içine sıkıştırdığı kılıflı bıçağı elime aldım ve inceledim. Baya eski duruyordu, kullandığını sanmıyordum ama yine de keskin olduğu için ondan uzak bir kenara bıraktım.
Altındaki kalın yeşil pantolonu da indirip içinde bir şey var mı diye baktım. Sarışın adamı yüzüstü çevirdim ve üstünde bir şey var mı diye tekrardan bakındım. Herhangi bir alete rastlamayınca yavaşça kalktım ve kulübenin diğer köşesine gittim.
Yerdeki nerde olduğunu bilmesem göremeyeceğim küçük bölmeyi açtım ve içinden kelepçe ve halatı aldım.
Geri yanına gidip hazır arkası dönükken ellerini arkasından kelepçeledim ve sırt üstü çevirdim. Kollarını ve bacaklarını elimdeki halatla sıkıca ve kaçamayacağı şekilde bağladım.
Sonrasında elimi sarı saçlarına götürüp kafasındaki yaraya baktım. Büyük bir yarılma yoktu, diksem gayet iyi iyileşirdi bile. Ama elimdeki ilaçları hain bir it için kullanmazdım, en kötü ölürdü. Her ne kadar elindeki bilgilerle önemli birisi olsa da ölmesi her zaman benim için daha iyiydi.
Ellerimi kısa sarı saçlarından çekip ısınmış olan bezelyemin yanına gittim. Kazağımı elime kadar çektim ve sıcak bezelye konservesini alıp kenara koydum. Sonrasında da zaten aşırı küçük olan ateşi elimle ve üfleyerek kolaylıkla söndürdüm.
Konservemi önüme alıp dikkatle açtım ve eğilip kokladım. Kokusuyla aç karnım guruldamış, enerjisini dün topladığım yemişlerden alan beynim mayışmıştı. Diğer konservelerin dibinde duran kaşığımı alarak yavaşça sindire sindire yemeye başladım. Hemen bitmesini istemezdim.
Bir yandan yerken bir yandan da karşımda yatan adama bakıyordum. Ne yapacaktım ki, olamayan imkanımla nasıl ona işkence edip ihtiyacım olan bilgileri öğrenebilirdim. Çavuşa bu sözlerimi iletmek isterdim ama beni sikine takmayacağını ve bildiğini okuyacağını bildiğim için hiç lafını bile etmemiştim.
Üç hafta daha takımın dağdan inme izni yoktu. Üç hafta boyunca bu adamla kalmak zorundaydım.
Başımı eğip elimdeki konserveye baktım. Daha yarısına kadar gelmemiştim. Bir de önümdeki adama baktım. Üç hafta boyunca aç kalsa bir şey olur muydu ki?
Az önce çıkardığım kenardaki kıyafetlerine takıldı gözüm. Bu orospu çocuğu topraklarımı işgal etmeye gelmişti. Açlıktan gebersin umrumda olmazdı. Bu yüzden önüme dönüp planladığım gibi elimdeki konservenin yarısını yedim, kapağını kapatabildiğim kadar kapattım ve kenara koydum.
Yatağımda, yani kilimde yatan adamı ayağımla iteleyerek bir iki tur yuvarlanmasını sağladım. Duvarın dibine yaslayıp kenardan artan halatı aldım ve kulübenin duvarındaki çıkıntılı tahtaya bağladım. Hep sinirimi bozan bu tahta şuan işime yaramıştı. Bu sayede sürünerek bile olsa kaçamazdı.
Kilimimi yerden alıp ondan biraz uzak bir yere yerleştirdim ve yattım. Gece boyu uyanık kalmıştım, şimdi biraz uyusam iyiydi.
-
kararir gece gozlerim aman dondum o yollari yana yana
