34

734 89 30
                                    

...

  Valentin'in konuşmaları yeterince tuhaf ve anlaşılmazdı. Yutkunarak masaya baktım ve bütün iştahımın kaçtığını fark ettim. Yerimi mi yadırgadım bilmiyorum fakat Rusya'ya geldiğimden beri iştahım yoktu ve uykuya dalmakta zorlanıyordum. Sanki artık her şey anlamsızlaşıyor ve gözümde değerini kaybediyordu. Kendimi ölü gibi hissetmekten alıkoyamıyordum.

   Valentin'e bir şey demeden hızla masadan kalktım. Valentin buna pek aldırış göstermiş ya da saygısızlık olarak algılamış gibi durmuyordu. Onun yerine yüksek şeker içeren kahvaltısına devam etti ve kalkarken bana bir şeyler söyledi fakat sesi sansürlenmiş gibi geliyordu kulaklarıma.

   Buradan gitmek istiyordum. Koridorda ilerlerken bile duvarlar üzerime geliyor ve sanki beni ezeceklermiş gibi hareket ediyorlardı. Evime ve yatağıma geri gitmek istiyordum. Sıcak ve enerjik olan eski beni özlüyordum diyebiliriz.

   Sesli bir iç çektim. Ortalıkta beni duyacak kimse yoktu. Yemek salonundan doğruca odama doğru ilerliyordum. Gördüğüm hizmetçilerin ya da çalışanların hiçbirinim yüzüne bakmıyordum. Sanki bir hayaletlermiş gibi davranıyordum. Onlarında benim hakkında merak ettiklerini ya da konuşulanlar olduğunu tahmin etmek zor değildi çünkü bana hep meraklı gözlerle bakıyorlar göz teması kurmak için yer arıyor gibiydiler. Bütün insanların beni izlediğini düşünmek beni sebepsizce tedirgin ediyordu. Özellikle herkesin suratında olan o aptal gülümseme daha da sinirimi bozuyor ve başımı ağrıtıyordu. Sanki hiçbir şey olmamış gibi herkes gülümsüyordu.

   Hızlıca odaları geçerken duyduğum ses ile yavaşladım ve durdum.

  Bay Fyodorov odaların birinde bir tablo çizmiş elinde paleti ve fırçasıyla dudaklarında bir şarkı mırıldanıyordu.

   Sessizce kapının eşiğinden onu izledim. Hiç ses çıkarmamaya özen gösterdim. Nefesimi bile tutuyordum.

  Tablodaki simayı tanımamak elde değildi. Annemi çiziyordu. Bu yaşlıların aşk üzerine bu kadar düşmesi sinir bozucu bir şekilde istemsizce gülmeme neden oluyordu.

   Tabloya bakınca aklıma Fyodorov Malikanesinde ilk kez gittiğim gece, Andrei'nin annesinin odasına yanlışlıkla girdiğimde gördüğüm tablo geldi. O tabloyu da o çizmiş olmalıydı. Öbür türlü onların mutlu bir aile tablosu olabileceğine pek ihtimal veremiyordum.

  Mırıldandığı şarkı yavaşça bitti ve sessizlikte duyulan tek şey fırçanın tuval üzerine sürtünerek çıkardığı ses ve benim öfkeli soluklarımdı.

 Yeterince sessiz olduğumu sanıyordum ama fark edilmiştim.

"İçeri gelebilirsin. Demir."

   Bay Fyodorov gözlerini sanat eserinden hiç ayırmadan ya da arkasına dönmeden tekdüze bir sesle konuştu.

  Fark edildiğimi anlayınca bir nefes verdim ve içeri girip girmemek arasında kaldım. Kararımı hızlı verip kapıdan içeriye bir adım attım ve Bay Fyodorov'a bir kaç adım ötede durup resmi inceledim.

  Resim Bay Fyodorov'un gözünden olduğu için mi bilmiyorum fakat annem olduğundan daha neşeli ve güzel çizilmişti. Demek ki annemi böyle görüyordu ya da görmek istiyordu.

"Nasıl? Güzel değil mi?"

   Gülümseyerek başını çevirdi. Resim daha tam bitmemişti. Yarım kalsa bile güzel bir resimdi. İnsana ilkbaharın ilk açan çiçeklerini ve güneşli gökyüzünü hatırlatıyordu.

  Annemden mi yoksa tablodan mı bahsediyor bilmiyordum.

"Güzel.." ağzımdan dökülen bu kelime fısıltıdan biraz yüksek bir tondaydı.

SAPLANTI | BXB Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin