"evet, yine ben. neden hala dinliyorsun bilmiyorum- ya da biliyorum. vicdan azabı çekmek hoşuna mı gidiyor? en azından acı çekmekten iyidir, herneyse. bugün kendimi çok yorgun hissediyorum. saçlarım birbirine girdi. gözlerimi açmaya bile üşeniyorum. sanki vücuduma düzenli olarak iğne batırıyorlar gibi hissediyorum. berbat bir haldeyim, hepsi-"
aylardan kasım, soğuk, rüzgarlı ve sağanak yağışlı bir gündü. bazı insanlar yağmurdan kaçıyor bazıları ise şemsiyesiyle yağmura inat yavaş yavaş yürüyordu. yüksek binanın 8. katındaki dairesinde oturan genç ise sırtını yatağa yaslamış, bacaklarını kendine çekmiş yerde oturuyordu. gözü devamlı cama çarpan yağmur damlalarında, kulağı da yanındaki cihazdaydı. masasında üç bardak kahve fincanı duruyordu ve hepsi çeyreği içilmiş şekilde soğumuştu.
"hayat öyle bir döngüdür ki, tekrar tekrar başa dönersin ve yapmaman gereken hataları, yanlış olduğunu bile bile yeniden yaparsın."
yerden destek alarak oturduğu yerden kalktı. dışarı çıkmalı ve yağmurun altında hasta olana kadar durmalıydı.
"beni sevdin mi? gerçekten? ya da bir saniye. beni seni sevdiğim gibi sevdin mi? aklı başında bir insan senden uzak durması gerektiğini bilir. fakat maalesef ben uzak duramadım. çünkü aklımı söküp aldın."
üstünü değiştirme gereği duymadan kulaklığını taktı, anahtarını alarak evden çıktı. asansöre doğru yürürken gözünün önü ara ara kararıyordu. "şimdi olmaz, şimdi değil." diye sesli tekrar etti kendine. asansöre ulaştığında düğmeye bastı. 17.kattan gelen asansörü beklemeye başladı.
"bana bunu neden yaptın? neden susuyorsun?"
kapı açıldı. boş olan asansöre bindiğinde sıfıra bastı. ardından kafasını kaldırıp aynadaki yansımasına baktı. iğrenç görünüyordu. kelimenin tam anlamıyla korkunçtu. zaten kısa olan saçlarına, elini atıp refleks olarak düzeltti.
"sadece kendini düşünen bencil bir insana dönüştün."
asansör giriş kata geldiğinde insanlar içeri girerken o dışarıya doğru ilerledi. italya'nın ara sokağındaki siteden çıkıp kafasını kaldırdı. soğuktu, çok soğuk. titriyor, yaşadığını hissediyordu. hayır, yaşamak istemiyordu. sokağın ortasında durmak yerine ilerleyip kaldırım kenarına oturdu.
"biliyor musun? uzun süredir nefesim daralıyor gibi hissediyorum. belki psikolojik belki de gerçek. bana, kendine.. bize yaşattıklarından son- sensiz olmak zor geliyor. insan en çok canını yakanı istermiş. insan, en çok canını yakanı severmiş."
dizlerini kendine çekti. gözlerinden akan yaşlar yağmurla karışıyor, yerini yenisi alıyordu.
"nefesim daraldığında, eğer yağmur yağıyorsa dışarı çıkıyorum. kolay hasta olan biri değilim, biliyorsun. yağmurun altında titremek, üşümek, ıslanmak bana varlığımı hatırlatıyor. bir gün sende dene. dediğimi anlayacaksın. fakat sen yine de çok durma, kısa sürede içeri gir."
ses kaydını durdurdu. hatırlamadığı kadar çok kez dinlemişti bu kayıtları. bir sonrakini de hatırlıyordu, sonrakini de ve sonrakini de. oturduğu yerden kalktı, siteye doğru yürümeye başladı. evine çıkıp uyumak istiyordu.
siteye ulaştığında dönen kapıdan içeri girdi. tekrar asansöre ilerlerken bazı gözlerin üzerinde gezdiğini hissediyordu, neyse ki alışıktı.
asansöre binip sekizinci katta ki evine girdiğinde, üstündekileri çıkartıp sadece iç çamaşırıyla kaldı. ardından yorganın altına girip, sıradaki ses kaydını açmak yerine onun sesinden bir şarkı kaydı açtı. önce başucunda ki lambayı kapattı. sonra da gözlerini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
• düğümlenmiş örgü.
Short Storyinsan en çok canını yakanı istermiş. insan, en çok canını yakanı severmiş.