Duyguların kölesi gibi ipe sarılı saatler, düşüncelerin terk edip gittiği, geride sadece çığlıkların kaldığı...
Sabah ayazı tüm hırçınlığıyla karşımda, diz çök diyor bana, dile geliyor sessizce. Ağladığımda gökyüzünün de benimle birlikte ağlamayacağını anlamam yıllarımı aldı. Gözyaşlarım eskidi, esen rüzgârlar kalbimi es geçip yolları serinletti. Yalnızım, ruhen ve bedenen, toplumda kaybolmuş bir hayalet gibi, belki de toplumda hiç varolmamış bir hayalet. Onlar beni yüzümdeki gülümsemeyle anımsıyor, hafızalarında kahkahalarım var. Ama tüm sesler kesildiğinde, insanlar susup esintiler sokakları devraldığında ben bir yabancıyım. Hiç görmedikleri karanlık duygularım, karanlık gökyüzüyle bir bütün hâlindeyse de o bile küskün feryatlarıma. Gözyaşlarım sel olup akarken güneş açtı gökyüzü, ben gülerken her bir yanımda güller, ağaçlar soldu. O sustu ben konuştum, ben konuştum o sustu. Kimisi güldü bu yağmurlara, kimisi kederlere daldı, kimisi ise aklını sel basmış yollarda bıraktı. Ağladım insanlar gülerken, görmediler. Kalp bahçelerini suladıklarım bir çiçek gibi açtı, güneşe döndüler. Onların ardında karanlığı gördüm, günleri saydım gelir bir el uzatır, çıkarır diye. Ama gelen olmadı. Güneşimi verdiklerim bana karanlığı layık gördü. İşte o zaman anladım kendimi kandırdığımı, her şey insanlarda farklı hisler uyandırırken tüm dünyanın benimle yas tutmasını beklemek zor. Seller boşaldı ve tüm duyguları mahalleden aldı götürdü. Geride sadece ben ve içimdeki fırtınalar kaldı.
Tıpkı yarın ve yarından sonra da olacağı gibi.