🍂

166 26 50
                                    

O gün her şeyini kaybetmişti. 2024 yılının sonlarıydı. Zeynep, kucağında ona ait olmayan bir bebekle yapayalnız bırakıldığında henüz on yedi yaşındaydı.

Önceleri her darbe şaşırtıcıydı, nereden geleceğini kestiremiyor, nasıl kurtulacağını hesap edemiyordu. Bir deprem gibi ansızın. Yıkıntılar arasında kalanları kurtarmaya çalıştıkça, enkazın altında kalan o olmuştu. Uzattığı eli gören yoktu. Sesini duyan yok. Oradaydılar halbuki. Ayak sesleri mütemadiyen çevresindeydi. Adımlar çoğalıyor ama izleri kayboluyordu. Sirenler. Kameralar... Mikrofon ve pankartlar. Oradaydılar. Ama karanlığını aydınlatmayacak kadar sönüktü ışıklar. Yollar vardı. Bir deprem gibi ansızın. Yıkıldılar.

Trenin Ankara'dan hareket ettiği gecenin sabahıydı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Trenin Ankara'dan hareket ettiği gecenin sabahıydı. Üstlerine doğru düzgün bir şey giyemeden apar topar çıkmışlardı, kaldıkları evden. Ellerine tutuşturulan yeni kimlik ve birkaç torba ile kendini yine bir istasyonda bulmuştu Zeynep. Ayağının altına yapışmış o kuru, çamurlu yapraktan farksızdı. Ailesinden kopup giderken, savrulup duruyordu.

Kucağındaki ağlamaktan bitap düşmüş bebeğe baktı. Yavrucak, kapıları sertçe çaldığı vakit korkudan uykusundan uyanmıştı. İstasyonun gürültüsü, trenin sarsıntısı ve Zeynep'in gözyaşları uyumasına yardımcı olmamıştı. Duydukları havadisi hissettiğini düşünüp, daha sıkı sarılmıştı bebeğe.

Annesi ölmüştü, bebeğin.
Ölen annesiyle beraber, gençliğiydi Zeynep'in.

İkisi de yetim, ikisi de öksüz kalmış iki çocuktu onun gözünde. Adını Elif koyarken, haksızlığa, zulme, yanlışa karşı duracak kadar güçlü olmasını dilemişti. Ne zulüm eksiliyordu, ne haksızlıklar bitiyor...  Zeynep dimdik durmakta eskisi kadar başarılı olamıyordu.

Kompartmanın açılması ile irkilerek döndü, kapıya doğru. Müyesser Hanım'ın yüzündeki yorgun tebessüme canı sıkılarak baktı. Elindeki çayı önüne bıraktığında bakışlarını aydınlanan göğe doğru çevirdi. Ağaçların arasından hızla geçiyorlardı. Hızla kayboluyorlardı.

"Uyumuş."

Zeynep, yeniden baktı bebeğe. "Şükür" diyebildi, hissizce. Kirpikleri hala nemliydi. "Dalağı şişti, ağlamaktan."

"Hadi ver, bana. Bir şeyler ye sonra sen de dinlen biraz."

Genç kız ona uzatılan ele baktı, sertçe. Bebeği kendine doğru daha çok bastırdığında indirdi ellerini Müyesser Hanım. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Endişesi gözlerinden okunuyor, ağzını açıp açıp kapatıyordu.

"Nereye?" diye sordu, bitkince. Gitmedikleri neresi kalmıştı, bilmiyordu artık. Nereye gitseler annesi, Suavi Bey'in imkanları ile buluyordu onları. Bazen geceleri, önünden geçtikleri güvenlik kameralarını temizlemek zorunda kalıyor; bazen yüzüne peçe takıp dışarı çıkıyor ama yine de izini kaybettiremiyordu.

"Annenin ve Levent Bey'in bizi bulamayacağı bir yere." dedi, yumuşakça Müyesser Hanım.

Ona karşı dinmek bilmeyen anlayışı, Zeynep'i düşündürüyordu. Ancak gücüne güvenerek yanında istediği bu kadına karşı o da aynı insiyatife sahipti.
"Nereye kadar?"

"Seni aramaktan vazgeçinceye kadar."

Kaşlarını kaldırıp, elindeki çayı bıraktığında Müyesser Hanım, Zeynep vücudunu dikleştirdi.
"İkimiz de sözler verdik. Sen Cüneyd için, ben de senin için!"

Sözler.
Sürgününü başlatan.
Özgürlüğünün anahtarını, ömür boyu Vahit'in eline verdiği.
Cüneyd onu hatırlamasın diye verilen sözler.

Acıyla sızladı, kalbi.

Vahit, Cüneyd onu hatırlarsa iyileşeceğine inanıyordu. Levent Bey hatırlamazsa. Vahit iyileşemesin istiyordu, Levent Bey iyileşsin.

Zeynep ise sadece yaşamasını.
O yaşarsa umut vardı.
O yaşarsa Zeynep olmanın bir anlamı.

Hangisi doğru, hangisi yanlıştı bilemiyordu. Ama herkes ilk defa aynı paydada buluşuyor, Zeynep'i Cüneyd'siz Cüneyd'i Zeynep'siz bırakmak istiyordu.

"Benim için mi?"
Sesi titredi. Müyesser Hanım'ı yanında isterken aklında sadece onun gücünü kullanma isteği vardı. Vahit'in sağ koluydu, sırrına ortaktı. Ama her şeyden öte o da yalnızdı.

"Senin için."

Kolay kolay gardını indiren bir kadın değildi, Müyesser Hanım. Dolan gözlerini gördüğünde Zeynep de kuşandığı zırhını indirdi. Kılıcını ona teslim etti.

"Hadi..." dedi, üstünü kendi feracesiyle örterken Müyesser Hanım. "Şimdi biraz uyu."

Zeynep, kucağında bebeği sallayan kadına son kez bakıp kapattı, gözlerini. Açtığında yepyeni bir şehirde, yepyeni bir hayata başlayacaktı. Ayağında prangaları, kucağında yalanı, yanında kalkanı ile.

"Nereye kadar?" diye sordu kendine uykuya dalmadan evvel, yeniden.

Önce elinden hayallerini alıp, bir evliliğe mahkum etmişlerdi. Hapis olduğunu sandığı o ev yuvası olmuş, en özgür olduğu yer haline gelmişti. Tüm engellere rağmen, tüm olmazlara karşı aşık olmuştu. Bu sefer de yaşama sevincini almak istemişlerdi. Kim olduğunu unutmasını. Adını, sanını, onu geride bırakmasını....

"Ayaktayım diye yürüyebileceğimi mi sanıyorsunuz? Yürüdüm, koşabilir miyim? Koştum. Yorulmaz mıyım?"

Gözünün önüne Cüneyd geldiğinde Zeynep hızla gözyaşlarını silip gülümsemeye çalıştı. "Allah onu korusun" diye dua etti.

Nereye kadar, bilmiyordu. Lakin yolun sonunda vardığı yer, onun mezarı olmayacaktı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 03 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

LisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin