18. Bölüm - KÂBUS

155 25 150
                                    


Korkularını kabullenmekten daha korkunç bir şey var mı bu hayatta?

Sabah saat 5’e gelirken, ayna karşısında uykusuzluktan kızaran ve şişen gözlerime bakıyordum. Tüm gecem kabuslarla lekelenmiş ve beni bir o kadar yormuşlardı. Bugün alacağımız korkularımızla yüzleşme eğitimi beni biraz geriyordu. Acaba bu sefer beni nasıl bir kâbus bekliyordu?

Eğitim öncesi biraz kafa dağıtmak için Özgür’ün yanına gidecektim. Onunla zaman geçirip dolaşmak bana her zaman iyi geliyordu. Kimseye açıklayamadığım sırlarımı, korkularımı ve kaygılarımı saatlerce onunla konuşup rahatlıyor yeri geldiğinde kararlar alıyordum. Çoğu kez ona ağlamış ve ona gülmüştüm. Bu hayatta en değer verdiğim canlılar arasındaydı.

Asansörden inip zemin kata geldim. İlk olarak yemek salonuna gidip Özgür için kırmızı elma kendim için de atıştırmalık alacaktım. Mutfak kısmına geldiğimde karşımda 8 çuval kırmızı elmayı görmeyi beklemiyordum. Anlaşılan Usta Özgür’ün sadece kırmızı elma yediğini biliyordu. Çünkü 8 çuval kırmızı elmanın başka açıklaması yoktu.

Özgür’ün elmalarını bir poşete doldurmuş kendime de bir sandviç yapıp taze portakal suyu sıkmıştım. Artık koşu sonrası güzel bir keyif bizi bekliyordu. Mutfaktan çıkıp tesisin çıkışına doğru giderken Yiğit Efe’yi gördüm elinde ki telefona bakıp hızlı hızlı yürüyerek tesise giriyordu. Bu saatte nereden geliyordu?

Telefonuna o kadar çok odaklanmıştı ki ona seslendiğimi ve yanına geldiğimi fark etmedi “Günaydın Yiğit Efe” sesimden irkilip bir adım geriledi.

“GÜ. Günaydın Alaca. Korkuttun beni. Neden arkamdan sessiz sessiz yaklaşıyorsun?”

“Aslında sana seslenmiştim ama beni duymayacak kadar telefonuna odaklanmıştın. Bu saatte ayakta olduğuna göre bir şey olmuş. Umarım önemli bir şey yoktur.”

Telefonu cebine koydu “Okuldan bir arkadaşım ödev için yardım istedi. Saat farkı olduğu için bu saatte ayaktayım. İnternet tesis içinde iyi çekmiyordu beş saattir bahçedeyim. Neyse eğitime kadar biraz uyusam iyi olacak. Sen nereye bu saatte?”

“Ben her gün bu saatte kalkarım Yiğit Efe. Her sabah koşu yaparım. O zaman sana iyi uykular Özgür koşu için beni bekliyor.” Baş selamı verip asansöre binince ben de tesisten çıkıp arka bahçeye Özgür’ün yanına doğru gitmeye başladım.

Özgür gelişimi daha kapı önünden anlamıştı. Kişneme ve ayaklarını yere vurma seslerini duymaya başladım. Kaldığı deponun kapısını açtığımda daha da heyecanlanıp iki ayağın üstünde şaha kalkmaya başladı. Beni her gün gördüğü halde hala ilk günkü gibi heyecanlanıyordu. Benden ayrı kaldığı günlerde kim bilir ne kadar korkmuştu.

Yanına gidip yelesini sevmeye başladım “Özgürüm… benim güzel kızım. Hadi biraz dolaşalım…. İkimizin de buna çok ihtiyacı var.” Başını omzuma koydu, bu hayatta beni sorgusuz sualsiz anlayan tek canlıydı.

Eyerini sırtına bağladım getirdiğim elmaları da eyere sıkı bir şekilde bağladım. Gem iplerine yön vererek depodan çıkardım. Kulağına doğru eğilip “Hadi Özgür adının hakkını ver.” Dediğimde yüksek sesle kişneyip var gücüyle koşmaya başladı.

Yaklaşık 1 saattir koşuyorduk at sürmek koşmak kadar yorucuydu. Özgür ile göl kenarına yaklaştığımızda sırtından indim. Eyerini ve gem iplerinin bağlı olduğu ağızlığını çıkarıp ağaç kenarına koydum. Getirdiğim poşetten sandviçimi ve portakal suyumu alıp elmaları önüne koydum. 1 saat boyunca aklında sadece elmaları yemek olduğu için yarın yokmuşçasına yemeye başladı.

Küçük bir kahkaha atıp “Özgür, görende seni günlerdir aç bırakıyoruz sanır.” Ağaç kenarına oturup ben de sandviçimi yemeye başladım.

KARMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin