Bir kadın vardı. Yanlız, korkmuş aynı zamanda cesaretini hiç yitirmemiş bir kadın. Her kes ona sırtını dönerken, o yalnız kalacağına çoktan razı olmuştu. Fakat onun varlığını gölgelerden izleyen biri vardı.
Gözlerini ondan bir an ayırmayan, dünyayı ateşe vermeyi göze alacak kadar kararlı bir adam. Bu adamın tek derdi o kadını cehennemden çıkarmaktı. Gerekirse bütün dünyanın üstüne geceyi çeker, kendi elleriyle yakar, kül ederdi.
Rüzgarın fısıldadığı geceye karışan ince bir ses vardı, kimse onu duymuyordu. Çünkü bu ses bir kadının yalnızlığını, bir adamın ise karanlık gölge gibi onu izleyen gözlerini taşıyordu.
Adam gecenin içinde, sessizce bir adım daha attı. Onun peşinde gelen karanlık her geçen an büyüyor, kendi karanlığını ona doğru çekiyordu. Her an. Her saniye... Kızın varlığına dokunacak kadar yakın ama bir o kadar da uzaktı bu yolda.
Adam bu karanlık yolda kıza bir söz verdi 'sana dokunan her kese bedelini ödeteceğim'.
Kızın, gözlerinde ki, o korku hala olsa da, onunla birlikte olmanın, bu karanlık dünya da kaybolmaktan çok daha iyi olduğunu anlamıştı. Ancak, bir şey vardı. Bir şey, adamın gözlerinde ona sıradan bir koruyucunun bakışlarından daha fazlasını gösteriyordu. O bakış, her şeyin ötesindeydi. Bir adamın, bir kadına olan bağlılığının, dünyanın sonuna kadar gidebilecek kadar derin olduğunu anlayabileceği bir bakış.
Şimdi burada herkesin korktuğu bir yerde, o bir sığınak olmuştu. O kadar güçlüydü ki, sadece bir bakışıyla her şeyi değiştirebilirdi. Ve değiştirecekti de...
Yazardan....
Lavinia ve Marsel, ilk defa huzurlu bir an yakalamış gibi, sessizce birbirlerine sarılarak uykuya dalmıştılar. Marsel, Lavinia'nın nefes alışverişini dinlerken ilk defa kendini hiç olmadığı kadar huzurlu hissetmişti. Her ne kadar uyuyor da olsa uykusu çok hafif olduğu için her saniye tetikte kalıyordu.
Lavinia onun kucağında uyuduğu için yerinden uyandırmamak için hiç kıpırdamamıştı. Bir eli ise saçını usul usul okşuyordu.
İkisi de belkide hayatlarında yaşadığı en huzurlu uykuyu yaşıyorlardı.
Tabi hücre kapısının dışında olacaklardan habersiz...
Hapishane müdürü en son Marsel'in onu, o hücrede baygın şekilde bıraktığı yerde gözlerini açmış, yapacağı şeyleri düşünüyordu. Onun bu hapishaneye gelme amacı vardı şimdi ise artık amacını ciddi bir şekilde yapmaya karar vermişti. Ağzındaki kanı tükürüp "madem oyun istiyorsunuz o zaman oynayalım" kendi kendine mırıldandı.
Sendeleyerek ayağa kalktı. Ayakta durmak imkansız gibi bir şeydi onun için çünkü Marsel hiç acımadan neredeyse onu öldüresiye dövmüştü.
Yine aklına Marsel'in gelmesi ile yere düşmesi bir oldu "bedeleni ödeyeceksin Marsel sadece bekle. Önce hakkında öğrenmem gereken bir şey var". Düştüğü yerden kalkmadığı için sürünerek hücrenin kapısından çıktı.
Gördüğü gardiyan ile seslendi "sen hemen buraya gel" gardiyan müdürü yerde sürünürken görünce şaşkınca baktı. Hemen kendini toparlayıp yanına gitti "müdürüm?" sorgular bir şekilde konuştu.
"Hemen gidip diğer gardiyanlara haber ver burada bekleyeceğim çabuk ol" müdürün söylediği şey ile gardiyan hızlıca yerinden fırlayıp gördüğü tüm gardiyanları çağırdı. Hepsi toplandıkları gibi müdürün yanına geldiler.
Gardiyanlar şaşırıp bir şey söylenmeye yeltendiğinde müdür hemen elini susmaları için kaldırdı. Sonra konuşmaya başladı "beni iyi dinleyin! Tüm mahkumların kapısını açın! En tehlikeli olanların bile hepsini! İsyan çıkarmanın serbest olduğunu söyleyin! Tüm mahkumlar dışarıda olacak. Bir kaçına bıçak verin. Ama bana önce bir şey söyleyin! Marsel onun şu sıralar bu hapishanede koruduğu, ya da dışarıda da olur herhangi biri bana onu söyleyin! ".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNFAZ hapishanesi
Romanceİnfaz hapishanesi. Dünyaca meşhur, insanların kısaca dilinde ölüm hapishanesi. Bu hapishaneye giren hiç kimse yaşayarak çıkmamıştı çünkü burası ölümün gerçekleştiği insanların, daha doğrusu suçluların infaz olunduğu hapishaneydi. Lavinia ise tesadüf...