Hey! Selam. Sonunda buraya yazmak için fırsatım oldu. Düşündüğünüz gibi bloğun şifresini unutmadım, merak etmeyin. Sadece, bloğa uğramadığım bu süreçte fazlasıyla değişik durumlarla karşılaştım-
Yazdıklarımı ancak idrak edebildiğimde, tüm paragrafı sildim. Ne yani? Oturmuş burada başıma gelen şeyi tanımadığım insanlarla paylaşamazdım. Ayrıca, hatırlamak istemediğim dün geceyi kimseye anlatmaya niyetim yoktu. Hoş, anlatsam da inanan olur muydu orası meçhul. Çok değil, birkaç saat öncesini hatırladıkça tüm bedenimi soğuk sararken, tüylerim diken diken oluyordu.
''Ölüm kutusu...''
Kayıttaki tuhaf sesin bahsettiği o kutuyu kapının önünde gördüğüm ilk an aklıma gelen tek şey, babamın kapının önüne diktiği koruma ordusuna rağmen; saman sarısı, üstünde siyah saten kurdelesi olan o kutu nasıl olmuştu da kapının önüne bırakılmıştı?
flashback
...
''Hayır.'' dedim titreyerek. ''Biri bana eşek şakası yapıyor olmalı, kesinlikle.''
Kelimenin tam anlamıyla titriyordum. Tüm bu olanlar ne demek oluyordu? Ayağa kalkmak istiyordum fakat, sanki vücudumdaki kan dolaşımı durmuş yavaş yavaş ölüyordum. Evden dışarı adımını ayda bir kez atabilen genç bir çocuk için bu olanlar çok fazlaydı.
Korkuyordum.
Titreyen bacaklarımı güçlükle kaldırarak, odamın penceresine doğru ilerledim. Babamın emriyle kapımıza dikilen memurlar hala burada, güvenliğimiz için beklemekteydi. Koşar adımlarla kapıya ilerleyip, koridorun sonundaki odaya yürümeye başladım. Odanın geniş ahşap kapısı kapalıydı. ''Muhtemelen annem onuncu rüyasını görüyordur.'' diye geçirdim içimden. Tüm hizmetliler odasına çekilmiş, ev tamamen karanlığa hapsolmuştu. Aşağıya inmek için merdivene ilerleyecektim ki, odamdan gelen zil sesiyle duraksadım. Babam olmalıydı. Yönümü hızla değiştirip koşar adımlarla odaya geri döndüm. Henüz sakinliğimi koruyamadığım için ellerim hala titriyordu. Telefonu zor bela kavrayabildiğimde, arayanın Junho hyung olduğunu gördüm. Bu saatte araması ne kadar anormal olsa da, bu durumda yanımda olmasını istediğim tek kişi olduğu için hiç sorgulamadan aramayı cevapladım. Sesi olduğundan daha kısık geliyordu.
''Hyuck, hemen kapıyı açmazsan kıçım donacak. Ayrıca şu izbandut gibi duran uzun boylu adamlar her an beni vuracakmış gibi bakıyor.''
İşte! Tam ihtiyacım olduğu sırada koruyucu meleğim gelmişti bile. Neden bu saatte evimin önünde olduğunu bile sorgulamaya gerek duymadan aramayı sonlandırıp hızla odadan ayrıldım. Basamakları ikişer inerken düşme tehlikesi bile geçirmiştim. Sonunda evin kapısına vardığımda hiç beklemeden açtım. Junho hyung daha fazla üşümemek için kollarını bedenine sarmış, olduğu yerde sallanıyordu.
''Hiç açmayacaksın sandım. Bu saatte buraya gelmek gibi bir planım yoktu ama baban aradı, bu gecelik seninle kalmamı rica etti.''
İçeri geçmeden önce endişeli bir şekilde yüzüme odaklanıp, ruhu çekilmiş bedenimi baştan aşağıya süzdü.
''Betin benzin atmış, hasta mısın yoksa?''
Cevap vermek yerine, öne atılarak aniden boynuna sarıldım.
''Hyung iyi ki geldin. Biraz daha yalnız kalsaydım kafayı yiyecek- bir saniye. Bu kutu...''
Sardığım bedenin bir iki adım gerisinde paspasın köşesinde, saman sarısı karton bir kutu duruyordu. Üstünde ise saten olduğunu tahmin ettiğim kalın kurdeleyle yapılmış bir fiyonk. Kutuya baktığımı fark etmiş olmalı ki, geri çekilerek kutuya baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
death box | markhyuck
Fiksi Umum✧.* "Senden her zaman nefret etmişimdir, elindekilerin değerini hiçbir zaman bilmeyen şımarık çocuk. Şimdi beni iyi dinle. Kapının önüne bir ölüm kutusu bıraktım. Büyüdüğünü kanıtlamak mı istiyorsun? O halde ağlamayı kes ve sadece tehlikenin tadını...