Selam
En sevdiğim kitaplarımdan biri olacak sanırım
Güzellik bir lütuf mudur?
Bae Joohyun hayatı boyunca defalarca kez bu soruyla karşılaşmış, kendisinden başka bir cevap veren herkese karşı çıkmıştı. Ona göre bir lanetti bu. Kimsenin sahip olmak istemeyeceği, sahip olan birinin sonsuza kadar kurtulma isteğiyle yanıp tutuşacağı bir lanetti.
Kendisi güzellik kelimesini çocukluğundan beri gereğinden fazla duymuştu. Daha küçük bir çocukken hizmetçileri saçlarını tararken ve onu hazırlarken defalarca küçük kıza güzel olduğunu sayıklar, babasının iğrenç düşünceli arkadaşları onu görmek için özellikle gelir, küçük kızın ne kadar güzel olduğundan başka bir şeyden bahsetmezlerdi.
Bu durum Joohyun büyüyünce fazlalaştı. Halkının ondan hoşlanması kötü bir şey değildi. Joohyun bundan şikayetçi değildi. Onun şikayetçi olduğu nokta bunun geldiği yerdi. Sarayın kapısına kaç kişi gelmiş, kaç çiçek kapısına gönderilmek için canından edilmiş, kaç ağaç onun güzelliğini anlatan kitaplar yazılmak için öldürülmüştü sayamıyordu bile.
Ancak hayatı boyunca Joohyun, güzel olmaktan şu an ettiği kadar nefret etmemişti. Yavaşça elindeki kağıdı yeniden açtı. Satırları bir bir yeniden okudu. Her bir cümlesini teker teker aklına kazıdığına emin oldu. Çok sevgili ülkenin prensesi bir prens ile evlendirilecekti.
Daha yüzünü bile görmediği bir adamın soyadını alacak, geceleri onun kollarında uyumak zorunda kalacaktı.
Çocukluğundan beri geçen bu süreçte prensesi isteyen tek kişi halkı değildi. Sayısız ülke kapıya dayanmış, prensler sırf onu görmek için kilometrelerce öteden gelmişti. Bazıları ona kitaplar yazıyor, bazıları hayranlığını aldığı yüksek tutarlı hediyeler ile gösteriyordu. Babası onlara her zaman karşı çıkmıştı. Küçük kızını asla evlendirmeyeceğini söylüyor, gelen her bir prensi kapıdan çeviriyordu.
Şimdi ne değişmiş olabilirdi?
Küçük kağıt parçasını zarif parmakları arasına almış, avucuna hapsedip sıkmaya başlamıştı. Kağıdın iyice dağıldığından emin oldu, kendi duygularıymış gibi parçalayıp atmak istedi onu.
"Prensesim."
Kapıda duyduğu ses ile hemen yatağından ayaklanmış, büyük bir telaş içinde aynasına koşuşturmuştu. Porselen gibi tenine inat simsiyah olan saçları beline kadar uzanıyor, güzeller güzeli kızı adeta zarif bir kuğu gibi gösteriyordu. Joohyun güzel göründüğünden emin olduktan sonra kapıya yürüdü. Her zamanki ağır başlılığı ve saygısıyla kapısını açtı. Odasına giren hizmetçiler ile kısaca onlara gülümsedi, ağzını bile açmadan sandalyesine doğru ilerledi. Ne de olsa güzel gözükmesi lazımdı.
___
"Bu akşam seni görmeye gelecekler."
Joohyun en küçük bir harekette bile bulunmadı. Dudaklarını yavaşça araladı. İsteksiz, fısıltı halindeki birkaç kelimenin kırmızılarından dökülmesine izin verdi.
"Peki baba."
Karşısında oturan erkek kardeşinin bu durumdan pek mutlu olmadığı her şeyinden belliydi. Siyah saçlı çocuk stresli bir şekilde dizini sallıyor, ablasının evlendirileceği adam hakkında sorular sorup duruyordu. Ablasının bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunun farkındaydı, sadece kendini durduramıyordu.
Yeterli olduğunu düşündüğünde ellerini masaya yerleştirdi, gözleri Joohyun'a kaydı. Ablasını buradan uzaklaştırması gerektiğini düşündü. Ona biraz hava aldırmak iyi olabilirdi.
Özel takımına zarar vermemeye dikkat ederek yavaşça ayağa kalkmış, kalktığı gibi elleri yakasına gitmişti. Yakasının duruşunu düzeltmiş, küçük ve sert adımlarla ablasına doğru yürümüştü. Joohyun Jeongin'in ona doğru yürüdüğünü görünce oturduğu yerde doğruldu, bakışlarını kardeşine çevirdi.
Jeongin birkaç adım bırakacak şekilde önünde durmuş, hafifçe eğilerek ablasına elini uzatmıştı.
"Bana bahçeye kadar eşlik eder misiniz prensesim?"
___
"Bu hoşuma gitmiyor."
Joohyun yaklaşık yirmi dakikadır küçük kardeşinin turlarını izliyordu. Jeongin deli gibi oradan oraya yürüyor, Joohyun ona cevap vermese bile kendi kendine konuşmaya devam ediyordu.
"Biraz sakinleş lütfen."
Siyah saçlı çocuk büyük bir endişeyle ablasına döndü. Suratında ağlamaklı bir ifade vardı.
"Nasıl sakin olabilirim Irene?"
Joohyun hiçbir şey demedi. Ellerini Jeongin'in omuzlarına götürdü ve küçük kardeşinin yeniden minik banka oturmasını sağladı. Kafasını bacaklarına yerleştirmiş, parmaklarını küçük kardeşinin siyah saçları arasında gezdirmeye başlamıştı.
"Soy isimleri ne demiştin? Babam söylemiyor ancak alacağım ismi bilmeliyim."
"Kang."
Joohyun gözlerini küçük kardeşinden çekti. Kafasını yukarı kaldırdı, irisleri yıldızlarla buluştu.
"Kang mı? Ne hoş."