Prologue

79 15 7
                                    

Finley'in anlatımıyla.

Sınıfın ortasındayım ve panik atağımın yaklaştığını hissettim. Neden olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Zorlayıcı ya da tuhaf bir şey bile yapmıyordum. Belki de insanların arasında olduğum içindir... Çantamı aldım ve masamdaki her şeyi içine tıktım, çıldırmaya başlamadan önce sınıfın dışına çıkmaya çalıştım. İzin almayı bile beklemedim; Hemen sınıftan çıkıp lavaboya gitmeye çalıştım.

Başarılı olamadım.

Hırıltılı nefes almaya başlamıştım ve ciğerlerime hava gitmesini amaçlayarak göğsümü tutarak durdum. Koridorda dolapların olduğu tarafa doğru sendeleyerek yürüdüm ve sakinleşmeye çalışarak bir tanesine yaslandım. Yapamadım, nefesim kesiliyordu, başım dönüyordu ve nefes alamıyordum. Tutunacak bir şey olmadığı için çantama sarıldım.

Sonunda nefes alışverişim düzeldi ve rahat nefes alabildim. Yüzümün mor olduğuna ve saçlarımın darmadağınık olduğuna emindim. Boğazımın kuruduğunu hissederek zorlukla yutkundum ve su çeşmesine doğru yöneldim. Sakinleşmeye çalışarak biraz su içip yüzüme çarptım. Koridordan bir ses duydum, fayans zeminde bir ayakkabının gıcırtısıydı bu. Kapıdan kafamı uzatıp baktım ve kimseyi göremedim. Soluma baktım ama yine nafileydi kimsecikler yoktu.

Çantamı yerden aldım. Yeterince oyalanırsam zilin çalacağını ve genellikle başka bir panik atağa yol açan bakışlara katlanmak zorunda kalmayacağımı umarak sınıfa geri döndüm. Ne yazık ki dileklerim kabul olmadı ve sınıfıma tekrar girmek zorunda kaldım. Kapıyı açıp içeri girmeden önce derin bir nefes aldım, kendimden emin davranmaya çalıştım.

Herkesin bana baktığını görünce bu davranışım hızla bozuldu. Kapşonlumu giymeye çalıştım ama işe yaramadı. Fısıltıları duyduğumda yerime oturdum ve gözlerimi yere eğdim.

"Finley, neden birdenbire gittin?" Öğretmen sert bir şekilde sormuştu.

"L-lavaboya gitmem gerekiyordu" diyerek kekeledim.

Öğretmen, "Bir dahaki sefere sor, ondan sonra git" dedi ve tahtaya döndü.

Zorlukla yutkundum ve derse odaklanmaya çalıştım ama yapamadım. Odaklanabildiğim tek şey sırtıma saplanan suçlayıcı bakışlardı. Tek istediğim, atakların o kadar sık olmadığı ve dikkatlerin üzerime çekilmediği evime gitmekti.

Sosyal bir bozukluğum yok aslında, tam tersi. Bana çok fazla insan baktığında ya da üzgün ve stresli olduğumda anksiyete atakları yaşıyorum. İnsanlarla konuşabiliyorum; Sadece kekeliyorum ve pek konuşmayı tercih etmiyorum. Bunlar arasında ince bir fark var.

Zil çaldı -Tanrıya şükür- ve ben sandalyemden fırlayıp dolabıma yöneldim, insanlar bana bakıp ne kadar ucube olduğumu mırıldanırken utançtan ölmek istiyordum.

Bunu görmezden gelmeye çalıştım ama işler benim için daha da zorlaştı. Yürürken derin nefesler aldım, kendimi başka bir endişe krizinden uzak tutmaya çalıştım. Bir hastalığım falan olmalıydı çünkü kimse bu kadar çok anksiyete atağı geçirip normal kalamaz.

İyi ki kimse normal değil.

Sonunda dolabımı buldum ve şifremi girdim, kilidi çıkardım, birkaç kitabı içine koydum ve diğerleriyle değiştirdim. Bir sonraki dersime gitmek için arkamı döndüğümde, kitaplar göğsüme yapışmıştı, birisi bana çarptı ve kitaplarımı havaya fırlattı. Şaşırtıcı bir şekilde, durup onları alıp bana teslim etti.

"Özür dilerim," dedi. Sesi alçaktı ve aman Tanrım, çok seksiydi.

"H-Hayır sorun değil" dedim. Bu kadar havalı ve yakışıklı bir erkeğin önünde kekelediğim için içimden kendime lanetler yağdırdım.

"İyi o zaman," çocuğun parlak yeşil gözleri, kitaplarımı tuttuğum ellerime kaydı ve "Seni daha önce gördüm." dedi.

Anxiety Attack (TÜRKÇE ÇEVİRİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin