Bir savaşçı vardı, kendini bir kadını korumaya adamış bir savaşçı. Bu kadın için her geçen gün daha da kararmaya başlayan ruhuyla ona verdiği sözü tutmaya kendini kaptırmıştı.
Bu kadın, sadece bir savunmasız kalp değil, bir adamın içinde filizlenen öfkenin, bir intikamın başlama noktasıydı. Çünkü bu kadının gözleri, ona güvenen masumiyetle doluydu.Bu gözler acımasız olan bu savaşçıyı, o gözlere hapsetmişti. Bir kere onun yeşil gözlerinde kendini bulmuştu. Ve o andan sonra, onun ormanında kendini çoktan kaybetmişti. Peki bunun adı neydi? Savaşçı çok sordu kendine ama cevap bulamadı. Ama savaşçı ilk defa savaşacak sebep bulmuştu. O kaybolduğu yemyeşil ormanı koruyacaktı.
O kadın için vereceği mücadele, sadece savunma değil, saldırı olacaktı. Artık o eski adam değildi. Eski savaşçı değildi. Artık gerçek anlamda her kesin karşısında titretecek savaşçı aynı zamanda avcıydı.
Kalbinde bilmediği duygular ile beslenen bir öfke, onu sadece korumakla kalmayacak, aynı zamanda düşmanlarını yerle bir etmek için bir canavara dönüştürecekti.
Her şeyin bedeli vardı ve intikam,bu kadını korumak için ödeyeceği en büyük bedeldi. Şimdi, arkasında bıraktığı eski hayatı, yeni bir savaş için hazırladığı silahlar ve yıkacağı duvarlarla doluydu. Her adımı, her kararını kadının varlığına adamıştı artık, çünkü bir şey kesindi: Onu korumak için, kendi ruhunu kaybetmeye razıydı...
************************************
Lavinia'dan...Saatlerdir oturmuş bekliyorduk. Çünkü Marsel öyle istemişti! Bir bakımdan haklıydı aslında çünkü dışarıda büyük bir kaos devam ediyordu. Marsel'den öğrendiğime göre dışarıda gardiyanlar isyan çıkaran mahkumları hücrelerine götürmek için mücadele ediyordu.
Ha bu arada Marsel'in hücremde işkence! ettiği şu beni bıçaklamaya çalışan adamlar baygın bir şekilde yatıyordu. Tabi Marsel onların üzerine bir şeyler örtmüştü! Bu adam beni çıldırtacak! Yine mide bulantımı düşünüyordu! Tamam hoşuma gitmiyor değildi.
Kendine gel Lavinia!
Şu an kesinlikle yeri değildi.
Ben aslında adamları öldüreceğini sanmıştım ama sanırım onun bazı planları vardı.
Düşüncelerden arınıp Marsel'e baktım anında gözlerimi devirdim. Biri bir şey desin şu adama! Benim tam karşıma oturmuştu adamları görmeyeyim diye! Zaten kapattın! Desem bile pek umrunda değildi.
"Marsel! Bana artık bir şey söyle! Bunaldım sabahtan beri yüz yüze oturuyoruz dışarıda ne oluyor belli değil, üstelik birini bekliyoruz dedin ondan da haber çıkmadı!" diye haklı olarak isyanımı belirttim.
"Söyleyecek bir şey yok Lavinia. Başka çare bırakmadın bana. Normalde hiç bir şeye bulaştırmam seni çıkar dışarıda yapardım her şeyi ama senin az önce ki yaptığından sonra mümkün değil. Şimdi otur uslu uslu". Dediğinde sinirle ona baktım.
Ne yapsaydım! Arkadaşımı yerde görüp bıraksa mıydım? Aklıma gelen sinsi planla sırıttım. Kesinlikle yeri değildi ama sıkılmıştım işte! Madem öyle önümde durup bana bakacaktı bende oynardım işte.
Elimi hızlıca ağzıma koyup öğürür gibi yaptım. Marsel anında "Lavinia?" diye endişeyle öne atıldı. Tamam biraz acımış olabilirdim. Ama ne yapayım!
Tam olarak aklımda ki Marsel'i kendime yaklaştırıp, ilgisini çekmekti bu şekilde aşırı yakınlık olursa ne sorarsam cevap verirdi. Yani en azından ben öyle düşünüyordum.
Oyunculuğuma devam edip arkasında ki adamları gösterdim. Sonra "Marsel midemi bulandırıyor daha da gel yanıma görmeyeyim onları" dedim gözlerimi doldurup.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNFAZ hapishanesi
Romanceİnfaz hapishanesi. Dünyaca meşhur, insanların kısaca dilinde ölüm hapishanesi. Bu hapishaneye giren hiç kimse yaşayarak çıkmamıştı çünkü burası ölümün gerçekleştiği insanların, daha doğrusu suçluların infaz olunduğu hapishaneydi. Lavinia ise tesadüf...