Neyse bu yazdığım son bölüm ek bir bölüm yok şu anda bir süre bölüm gelmeye bilir konuyu toplamaya çalışıyorum.Hikaye mutlumu olucak yoksa her şey daha mı kötü olucak şu an size kesin bir şey diyemeyeceğim, bu hikayeyi yaklaşık 4 yıl önce deftere kız Erkek hikayesi olarak yazmıştım. Ama kaçıran taraf kızdı... bu bölümden sonrasını yazmamış.
Aklımda bir şeyler var umarım aklımdakileri geçirebilirim.
İyi okumalar🎀
Gözlerimi kırpıştırarak karşımdaki bilgisayarlara baktım, ama görüntüler bana artık bir şey ifade etmiyordu. Sanki beynim, gördüklerimi işleyemeyecek kadar tükenmişti. Ağlamaktan şişmiş gözlerim bulanık bir perdeyle kaplıydı. Her bir nefesim sanki boğazımdan dikenli bir tel geçiyormuş gibi acı veriyordu. Ellerim, istemsiz bir ritimle yatağın kenarına vuruyordu; bu çaresiz hareket, yıkılmış bedenimin son çırpınışları gibiydi.
Odanın içi bembeyazdı; duvarlardan tavana kadar uzanan bu tekdüze renk, neredeyse delirtici bir şekilde üzerime çöküyordu. Ama bu beyazlık, odanın asıl korkunç yüzünü gizleyemiyordu.
Karşımdaki üç devasa bilgisayar ekranında, gittiğim her yerin kaydı oynuyordu. Sokakta yürürken, bir kafede otururken, arkadaşlarımın yanında gülerken... hatta gece penceremin yanında dururken bile.
Evet, o kamera... artık biliyordum. Evimin dış cephesinde, pencereme yakın bir yerde gizli bir kamera vardı. Oradan her hareketim izlenmişti. Gözlerim yeniden doldu, ama artık ağlamak istemiyordum. Gözyaşları benim için sadece bir zayıflık göstergesiydi ve burada, bu odada zayıf olmaya tahammülüm yoktu. Ama vücudum beni dinlemiyordu.
Duvarlara ilişti gözlerim. Sayısını artık tahmin bile edemediğim, yüzlerce fotoğrafla kaplanmışlardı. Hepsi gizlice çekilmiş karelerdi. Arkadaşlarımın yanındayken, sınıfta ders dinlerken, bir kitapçıda raftan kitap alırken... Her anımı çalmıştı Yavuz. Bu duvarlar artık sadece bir oda değil, beni ele geçirdiği, beni mahkum ettiği bir tür tapınak gibiydi.
Kendi fotoğraflarımla çevrili olmaktan nefret ediyordum. Kendimi her zaman küçük hissetmiştim ama bu odanın içinde... bu odanın içinde ben sanki var olmamalıydım. Çok fazlalık gibi hissediyordum.
Bir hıçkırık daha boğazımdan yükseldi. Ellerim hâlâ ritmik bir şekilde yan tarafa vuruyordu. Parmaklarımın ucunda bir sızı hissettim, ama durmak için bir neden göremiyordum. Gücüm tükenmişti, aklım da öyle.
"Bu kadar mı basit?" diye mırıldandım kendime, sesim neredeyse duyulmayacak kadar zayıftı. "Bu kadar mı değersizim?"
Ama cevabım sadece odanın yankısıyla geri döndü. Ve o an anladım; bu odada benden başka kimse yoktu. Hayır, aslında bir şey vardı... kırk kadar kamera ve bana saplantılı bir adam. Ama bu ikisinin de insan gibi hissetmediğini biliyordum.
Yatakta sırtımı dikleştirmeye çalıştım, ama ayak bileğimdeki yoğun acı buna engel oldu. Yüzümü buruşturarak elimle bileğime dokundum. Hissettiğim şey, sert bir morluktu. Beni kaçırdığı anda bileğimi nasıl bu hale getirdiğini hatırladım, ama hatırlamak istemiyordum.
Hareket etmeye çalışırken bileklerime dolanan ipler bir kez daha farkındalığımı vurdu yüzüme. Yavuz beni buraya bağlamıştı. Hareketsiz kalmam için tasarlanmış bu sistem, Yavuz'un zekasını değil, deliliğini gösteriyordu. Ellerimi biraz daha oynattım, ama iplerin sertliği bileklerimi kesiyordu.
Ve o sırada kapının açıldığını duydum. Yavuz, yüzünde o tuhaf, neredeyse rahatsız edici bir gülümsemeyle içeriye girdi.
Kapı yine o ağır sessizliği bozarcasına açıldığında, istemsizce irkildim. İçeri giren Yavuz'du; bu kez elinde zarif bir yemek tepsisi taşıyordu. Tepsi, özenle hazırlanmış bir ziyafeti andırıyordu. Metal kapağın altından yayılan sıcak yemek kokusu, odamın beyazlığına inat bir canlılık getiriyordu ama benim midem sadece sıkıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİZOFREN//BXB
Non-FictionYavuz üç çocuğunu ve eşini gözlerinin önünde kayıp eder. Şizofreni başlar ve ressam bir genç çocuğu en büyük oğluna benzetip kaçırı. Ona kendi oğlu gibi davranır