Yaralı bir kadın vardı. Neredeyse tüm hayatı boyunca tek tecrübesi yara almaktı. Günlerden bir gün bu kadın, karanlık bir ormana girmiş. Bu ormanın karanlığı o kadar korkunçmuş ki, kadın yolunu bulmakta zorluk çekmiş.
Karanlığın, sisin olduğu bu ormanda kadın ayağının altında ki çalıyı görmeyip, yere düşmüş. Yaralı kadın buna hiç şaşırmamış. Çünkü zaten hayatı bundan ibaretmiş, düşmek, yara almak.
Ancak orman ona ürkütücü geldiği için korkmuş ve gitmek istemiş. Düştüğü yerden kalmak isterken bir el uzanmış kadına. Kadın korkmuş ilk başta çünkü bu karanlıkta o eli bile zorla seçe biliyordu.
Yine de kafasını kaldırıp elin sahibine bakmış. Ay, ışığını tam da onların üzerine vurmuş. Kadın ay ışığında ona uzanan elin sahibini görmüş. Uzun boylu korkutucu bakışlı bir adammış.
Korkmuş kadın, elini tutmak istememiş. Ama adam yine de kadının elinden tutmuş, onu düştüğü yerden kaldırmış. O an, eline değen sıcak elde bir şey hissetmiş kadın. Güven...
Kalbi bir an güven duygusu ile dolup taşmış. Düşünmüş o an, onu bu karanlık ormandan çıkaracak kahramanı oydu. Kadın adama uzun uzun bakmış. Ümitlenmiş onu buradan çıkaracak diye. Ama adam kadının elini bırakmış.
Yine kalbi ümitsizliğe kapılmış kadının. Ama adam kadının elini bıraktığı anda üzerinde ki ceketi çıkarmış ve kadının omuzlarına yerleştirmiş. Kadın şaşkın şaşkın bakmış, çünkü onu bırakacağını sanmış.
Ama adam bir şey demeden tekrar elini tutmuş ve kadına dönmüş "bu karanlık ormana ilk defa ay ışığı değdi. Sen nesin böyle? Karanlığa gelmen ile birlikte ışığı getirdin." kadın şaşırmış. Çünkü o hep, her kesin hayatına, hatta kendi hayatına bile karanlığı getirendi. Şimdi ilk defa ışık mı olmuştu?
Adam konuştuktan sonra, ne kadın konuşa bilmiş, ne de adam başka bir şey demiş. Kadının elini hiç bırakmadan onu karanlık ormandan çıkarmak için tüm çabasını göstermiş...
************************************
Gözlerimi açmak için kırpıştırdım. Ufak bir çaba sonrası sonunda gözümü aça bilmiştim. Heyecanlıydım çünkü Marsel'in söylediği şeyler beni yerimden kaldırıp, mutluluk dansı ettirecek kadar güzeldi.
Beni bırakmayacaktı!
Tabi önce ne olduğunu anlamam lazımdı. Yorgun bakışlarım ile nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Sanırım ilk geldiğim revirdeydim.
Bakışlarımı bu defa Marsel'e çevirdim. Yanında bir adam vardı boyu Marsel'den kısa, kumral bir adamdı. Marsel ise yakasından yapışmış, adama öldürücü gözlerle bakıyordu.
Tamam ne oluyordu?
Dudaklarımı oynatmaya çalıştım. İlk denemede başarısız olunca bu kez kısık sesle konuştum "Marsel" dedim.
Anında bana dönmüştü. Gözlerinde ki ateş gitmiş, yerini şefkatli bakışlar almıştı. Anında adamın yakasını bırakıp yanıma geldi. Elimi eline alıp bana baktı.
Ah kahretsin aşık olduğumu anladığım andan beri bakışları daha çok hoşuma gidiyordu.
"Lavinia iyisin değil mi?" diye sordu yumuşacık bir sesle. Bana karşı hep sakin ılımlı konuşurdu ama bu defa sanki daha çok üzerime titriyor gibiydi. İçimden garip bir şeyler geçti sanki.
Yine de gülümsedim "iyiyim" dedim. Nazikçe elimi okşayıp adama döndü. Buz gibi sesiyle "ne yapacaksan yap ve çık!" dedi adama. Ne oluyordu Allah aşkına!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNFAZ hapishanesi
Romanceİnfaz hapishanesi. Dünyaca meşhur, insanların kısaca dilinde ölüm hapishanesi. Bu hapishaneye giren hiç kimse yaşayarak çıkmamıştı çünkü burası ölümün gerçekleştiği insanların, daha doğrusu suçluların infaz olunduğu hapishaneydi. Lavinia ise tesadüf...