Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, insanı bağlayamaz mı?
Hasret ; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı?************************************
Gözümden bir damla yaş yine firar etti. Neden böyle olmak zorundaydı ki? Hayatımda bir kere olsun, bir gün tam anlamıyla ne zaman gülecektim ki ben?
Ben Marsel'i anlıyordum. Ama o beni anlamıyordu. Karnımda ki bir cana nasıl kıya bilirim ki ben? Bana tutunan, küçücük bir bebeği nasıl öldürün derim ben.
O daha çok küçük. Parçalanarak ölmesine nasıl izin verirdim. Yapamazdım. Eğer o yaşayacaksa ben ölmeye razıydım.
Elimi karnıma sardım. Sanki bebeğim göre bilecekmiş gibi gülümsemeye çalıştım. "Sana kendi kaderimi yaşatacağım için özür dilerim. Bende annesiz büyüdüm. Ve şimdi sana da bunu yaşatacağım için gerçekten çok özür dilerim annecim. Ama bir anne çocuğunu korur değil mi?" bekledim cevap vermeyeceğini bile bile. Yine gülümsemeye çalışıp devam ettim.
"Ben izin vermem ki. Benden sonra sana bakacak çok iyi birini bulacağım bebeğim. Söz veriyorum. Annen seni öylece bırakıp gitmeyecek. Belki annesizlik kaderimiz aynı olacak ama başka hiç bir şey aynı olmayacak söz veriyorum. Sen çok güzel şartlarda büyüyeceksin. Büyüyeceksin. Senin için dayanacağım tüm acılara. Ve seni onların dediği gibi beş ya da altıncı ayda bırakıp gitmeyeceğim. En azından senin için sekiz ay dayana bilirim bebeğim. Hem Marsel'i ikna etmemiz gerekiyor" dedim bebeğime.
Beni duyuyordu biliyorum. Bebeğim annesini duyardı. Anlardı.
Ama asıl konu Marsel... Ona ölümümü beklemesini söylüyor gibi oluyordum. Ama bende bebeğimin ölmesini izleyemezdim ki.
Beni sevdiğini söylemişti. Ona yapacağım şeyin çok büyük haksızlık olduğunu biliyordum. Hatta çok büyük kötülük gibiydi.
Kendimi koskocaman bir labirentin içinde sıkışmış gibi hissediyordum. Sanki çıkış yoktu. Kaybolmuştum. Yolumu bulamıyordum.
Ve burada oturmuş öylece düşünüyordum. Marsel içeriye girince ne yapacaktım?
Gözünün döndüğünü görmüştüm. Ve yapardı elimi kolumu bağlayıp, beni korumak için bebeğimi benden alırdı. İçimde ona karşı aşk vardı ama bebeğimi benden alacağını düşünmek ona karşı nefret hissetmemi de sağlıyor. Anlıyordum ama bebeğimi benden zorla alması bana göre, yapacağı en büyük kötülüktü bana karşı.
Onun katil olması bile gözüme o kadar kötü gelmiyordu.
Odadan kaça bilir miydim acaba? Aklıma gelen şeyle kolumda ki serumu nazik olmaya çalışarak çıkardım. Zaten neredeyse bitmişti. Sanırım nazik olmamış olmalıyım ki çıkardığım gibi, kanın akması bir olmuştu. Gözüme değen ilk pamuğu kanayan yere bastırdım. Bununla uğraşmam bitince. Ayağa kalktım.
Bir anlık gözümün kararması ile ufak bir duraksama yaşadım.
Derin nefes al Lavinia! Yaparsın!
Bir kaç nefes denemesi sonunda daha iyi hissettiğim gibi tekrar ayaklandım. Küçük adımlarla kapıya doğru yaklaştım.
Lütfen dışarıda olmasın. Lütfen dışarıda olmasın. Lütfen dışarıda olmas- içimden geçirdiğim şeyler ile dışarı baktığımda durdum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNFAZ hapishanesi
Romanceİnfaz hapishanesi. Dünyaca meşhur, insanların kısaca dilinde ölüm hapishanesi. Bu hapishaneye giren hiç kimse yaşayarak çıkmamıştı çünkü burası ölümün gerçekleştiği insanların, daha doğrusu suçluların infaz olunduğu hapishaneydi. Lavinia ise tesadüf...