Karanlık ve aydınlık bir birinin aksi olan iki şey. Karanlık ve aydınlık bir arada olur muydu? Hayır olamazdı bu mümkün değildir. Karanlık insanları korkutur, aydınlık ise insanlara huzur verirdi.
Ancak bazen bu ikisi yanlış anlaşılırdı. Çünkü her birinin kendisine göre özellikleri vardı. Bazen karanlık güvendi. Karanlık tüm sırları adeta bir kara delik gibi içine çekerdi ve onları saklardı. Aydınlık ise tüm sırları, tüm gerçekliği ile ortada olurdu.
İşte bu yüzden bazıları için karanlık güvendi. Karanlık korurdu bazen.
Hatta bazen karanlık, aydınlığı bile korurdu...
************************************
Bu hayatta bir şey öğrenmiştim kimseye güvenmemek. Güven çok önemli bir şeydi ancak çok riskliydi. İnsan birine güvenmek ister değil mi? Gözü kapalı kendini ona emanet etmek ister, sırtını yaslamak ister.
En çokta birine güvenirsin ve o senin güvenin kırar ve işte o zaman yıkılırsın. Bir enkazın altında kalırsın ve kimse seni o enkazdan çıkaramaz.
Marsel...
Ben ona güveniyor muydum? Artık bu soruya cevabım yoktu. Hayatta olmam onun sayesindeydi belki ama ben onu ne kadar tanıyordum ki?
Aşık olmuştum evet. İçimde ona karşı tutkulu bir aşk vardı diye hissetmiştim. Ama ya yanılmışsam? İnsan aşkını sorgularsa zaten hiç aşık olmamıştır ki.
Ben artık korkuyordum. Yara almak istemiyordum. Biliyordum Marsel bu hayatta bana asla zarar vermezdi ama yine de korkuyordum işte.
Gözlerimin içine öyle bir bakıyordu ki şu an, insanın dili tutulur ya. Benim de onun bu bakışları ile dilim tutulmuştu. Söylediğim şey için şimdiden o kadar pişmanım ki..
"Peki Lavinia. Git odana dinlen. İyi görünmüyorsun. Merak etme seni rahatsız etmem" dedi sakin bir sesle.
Yapma Marsel... Bana böyle yapma.. İçinde savaş verdiğini görüyorum..
Hala beni düşünüyordu...
"Marsel ben-" lafımı anında kesti.
"Git Lavinia! Git yoksa kendime engel olamam." dişlerinin arasından lafını tükürür gibi söyledi.
Biliyordum işte kızgındı. Özür dilemem lazımdı.
"Marsel ben gerçekten özür -" bu kez lafım onun duvara yumruk atması ile kesildi.
Gözlerim panikle açılırken dudaklarımdan korku dolu bir sesle onun adı çıktı "Marsel!"
Hemen elini elime aldım. O ise derin derin nefesler alıyordu. Elinin üzeri parçalanmıştı. "Kötü görünüyor pansuman yapalım! Aklını mı kaçırdın?! Neden kendine zarar veriyorsun!" diye tersledim onu.
Marsel ise elini hızla elimden çekti. Yüzüne alaycı bir gülümseme takınıp bana baktı. "Doğru aklımı kaçırdım! Neden biliyor musun? Kimin yüzünden biliyor musun?! Senin Lavinia! Senin yüzünden! Duygularını mı sorguluyorsun? Buyur istediğin kadar sorgula Lavinia! Ama bir piçin sözleri ile bunları yapıyorsan zaten hiç duyguların olmamıştır Ölüm çiçeği! " dedi tüm öfkesini kusarak.
Ölüm çiçeği...
Bu sanırım biraz kalbimi kırmıştı. Bana isminin anlamı ölüm çiçeği olabilir ama aslında öyle olmadığımı söylememiş miydi?
Sanırım bana gerçekten fazlasıyla sinirlenmişti. Onun bu haraketine sadece kafamı salladım. Olsundu. Onun öfkesine de alışırdım.
Sadece arkamı döndüm gitmek için ama duyduğum fısıltı ile ayaklarım yere kenetlendi. "Ben bile kendimden nefret ederken senin beni sevmeni nasıl bekleye bilirdim ki zaten".
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNFAZ hapishanesi
Romanceİnfaz hapishanesi. Dünyaca meşhur, insanların kısaca dilinde ölüm hapishanesi. Bu hapishaneye giren hiç kimse yaşayarak çıkmamıştı çünkü burası ölümün gerçekleştiği insanların, daha doğrusu suçluların infaz olunduğu hapishaneydi. Lavinia ise tesadüf...