Kahvaltı biraz daha uzun sürseydi kendimi balkondan aşağı atacaktım. Barkın gibi biriyle bırak kahvaltı etmeyi, iki dakika ayak üstü sohbet etmek dahi işkence gibi. Zaten yine rahat durmayıp halıya çay dökmüştü. Zararsız bir anı yok ki. Daha ilk dakikadan halımı mahvetti. Gerçi ben almadım ama bundan sonra üzerine ayak basacak olan benim sonuçta. Onu eve almakla hata ettiğimi en başından anlamalıydım. Bir yudum bile alamadan kaynar kaynar dökmüştü şuursuz manda.
Temizlerken onun yüzünden elim yandı. Neyse ki önceki evimde öğrendiğim bir yöntemle lekenin nasıl giderileceğini biliyordum. Önce bir bezle üstünden ıslaklığını aldım. Sonra içerileri karıştırıp limon kolonyası bulmaya çalıştım. Çekmecelerin birinde henüz hiç açılmamış bir kutu buldum. Hayır boş bir evde kolonyanın ne işi vardı? Aslında bu benim işime gelir. Sabah marketten almamıştım ne de olsa. Ama nereden bilebilirdim ki Barkın Bey'in gelip evimin orta yerine çay dökeceğini.
Neyse kolonyayı bulunca bol bol serptim çayın döküldüğü yere. Tabi biraz da ovalamak gerekiyor lekenin tamamen çıkması için. Ne diyorum ben ya? Yemek tarifi mi veriyorsun Elis? Ayarlarımı bozdu yemin ediyorum ya!
Bulaşıkları elimde yıkamak zorunda kaldım. Daha bulaşık makinem yoktu. Tek kişi olduğum için pek gerek de yoktu. Sadece ilk defa elde bulaşık yıkamanın getirdiği acemilikle üstüm başım biraz bulaşık deterjanı falan olmuştu ama alınacağım bu duruma.
Ankara'dayken Zülal Abla yapıyordu bu tür işleri. Zülal Abla bizim evde çalışıyordu. Çok tatlı biri. Öz ablam gibi severdim onu. Evde en çok onunla vakit geçirirdim. Oradan ayrılmayı zorlaştıran bir neden de Zülal Ablaydı. Canım sıkıldığında hep onun yanına giderdim. Meşgul olsa da beni hiç kırmazdı. Bir kaç kez onu bulaşıkları yıkarken görmüştüm. Şimdi de ondan gördüğüm gibi yapmaya çalıştım ama pek başarılı olamadım.
Aman canım dünyanın sonu değil ya?Öğrenirim yavaş yavaş. Hem her zaman bu kadar bulaşık çıkmayacak. Nasıl olsa tek yaşayacağım.
"Peki o zaman okulda görüşürüz. "
"Görüşürüz."
Çelik kapı kapandığında derin bir oh çektim o şuursuz mandanın evimden gitmesine sevinerek. Giderken Arel'i de götürdü ama gitmeseydi de tuhaf kaçardı. Zaten bende yorulmuştum. Dinlenirdim hiç değilse. Lavin ile ben baş başa kalmıştık yine. İddiaya girerim tüm konuşulanların değerlendirmesini yapacak.
"Ne gündü ama."
İşte başlıyoruz.
"Kızım bir de şanssızım diyip duruyorsun."
Parmaklarıyla tek tek saymaya başladı.
"Gelir gelmez okulun en yakışıklı oğlanlarıyla tanıştın. Arel'e poşetlerini taşıttın. Tüm kızların gözdesi Barkın'la kapı komşusu çıktın. Hatta tanışır tanışmaz ikisiyle aynı anda kahvaltı ettin. Hem de kendi evinde. Tabi senin sayende bende."
"Çirkin şansı dedikleri bu olsa gerek."
Lavin salona doğru yürürken nefes almadan konuşmuştu. Tüm bunları yaşamanın verdiği şokun etkisinden çıkamamış gibi görünüyordu. İnanamıyormuş gibi gözlerini belerte belerte söylemişti bunları.
Koltuğun baş köşesine yayılır yayılmaz tekrar konuşmaya başladı."Elis saçmalama lütfen. Sen ve çirkin olmak ha?"
'Sen ve çirkin' derken sanki bir elinde beni bir elinde de çirkinliği tutuyormuş gibi havaya kaldırmıştı.
"Evet Lavin. Ben ve çirkin olmak. Çirkin olmasaydım bu zamana kadar birileri çoktan bana ilan-ı aşk falan ederdi herhalde."
"Canım o birileri bu zamana kadar sen güzel olmadığın için değil onlarla ilgilenmediğin için sana ilan-ı aşk falan etmedi. Ama bundan sonra farklı olacak değil mi? Yani ilk günden rekor kırdın bile."