Violetta'dan;
SONDAKİ NOTU LÜTFEN OKUYUN.
Dört gün... doksan altı saat...Kağıdın üzerine bir gözyaşı daha düştü.
Kaç dakikadır bakıyordum, bilmiyorum. İki gündür hayatımın sonsuza dek değişecek olma ihtimali beni kahrediyordu. Tam ödeyemediğim kiralar başıma dert olmuştu işte. Camila, mektup gelmeden bir gün önce Tomás'a taşındığı için onunla da konuşamazdım. Birlikte bile halledememiştik ki, ne işe yarayacaktı konuşmak?
Her şey üst üste geliyordu, kaldıramıyordum artık. León, León'un vuruluşu, babası, Calvinetta, Felix, Federico, Camila'nın taşınması... daha ne kadar dayanabilirdim? Olmuyordu işte. Arjantin'de bulabilmiştim düşük kirası olan bir ev. Bu da, Studio'dan ve Buenos Aires'teki her şeyden vazgeçmem anlamına geliyordu.
Orada bir liseye -basit bir lise de olsa- başlarsam, boş zamanlarımda gelebilirdim buraya. Herkesle de görüşür, özlem giderirdim. Kurduğum plan böyleydi ama Calvin'sizdi. Onu babasına bırakmam gerekecekti. Babasını unutmasına göz yumamazdım. Zaten annesi yoktu... Ama şöyle de bir sorun vardı: León'a sırt çevirmiştim. Numarasını engelledim. Ondan intikamımı böyle alıyordum. Calvin'i nasıl bırakacaktım ona? Onunla yüz yüze bile gelmeye cesaretim yoktu. Veda etmeden de gidemezdim ki... Aylardır her anım onunla geçmişti...
Elimdeki su bardağını duvara fırlatıp parçalara ayrılmasını izledim. Sonra da hıçkırıklar eşliğinde ağlamaya başladım.
Gitmek istemiyordum!
♣♣♣
Hissizce Calvin'in sütünü hazırlarken, mutfaktaki kolilere bakıyordum. Dört gün sonra taşınmış olmam gerekiyordu. Yani, eşyalarım bir an önce kolilerdeki yerlerini almalıydı. Camila'nın odasını almayacaktım. Tomás'a giderken ihtiyacı olan her şeyi almıştı zaten. Kendi odam, salon ve mutfak. Bu üç yerin dört gün içinde hazırlanması gerekiyordu.
Sütü biberona aktarıp bileğime damlattım. Fazla sıcak gelince bir cezveye su doldurup biberonu cezvenin içine koydum.
Boğazımdaki yumruyu yutup, "Ne yapacağım?" dedim usulca. Sesim, yeni bir ağlama krizinin habercisi gibiydi. Ağlamak ihtiyaç haline gelmişti artık. Su içilmediği zaman böbrekler nasıl zarar görüyorsa, ağlamadığım zaman da ruhum zarar görüyordu sanki.
Biberona elimi uzattığımda kapının çaldığını duydum. Bir an evdeki kolileri nasıl açıklayacağımı bilemeyerek panik yapsam da, birine anlatmam gerektiğinin de farkındaydım. Nefes alamıyordum artık... Boğuluyordum tüm olanları atlatabileceğimi aptalca düşünerek... Atlatamıyordum işte! Olmuyordu.
Süt daha fazla soğumasın diye biberonu alıp hızlı adımlarla kapıya gittim ve kapıyı açtım. Karşımda onu görmeyeli üç gün olmuştu. Yokluğuna alışmıştım oysa...
"Selam."
Bakışlarımı ondan kaçırıp, "Selam," dedim. Tek kelime konuşmak istemiyordum onunla. Parçalara ayırmak, sonra o parçalarını toparlarken bir tanesini saklayıp saatlerce o parçasını aramasına sebep olmak istiyordum. O kadar nefret ediyordum ki ondan...
"Geleceğimi haber verecektim aslında ama ulaşamadım sana." Hâlâ geçmesine izin vermediğimi görünce, "Senin için gelmedim. Calvinetta'yı özledim," diyerek beni ikna etmeye çalıştı. Engel olmaya gücüm yoktu, bende geri çekildim.
Yere emeklemesi için bıraktığım Calvin'i kucağına alıp boynunu öptü. Onları bir daha böyle göremeyecek olmanın farkındalığı canımı daha çok yakıyordu. Ama Calvin'i bırakarak doğru karar verdiğimi biliyordum. Calvin'in babaya, León'un da kızına ihtiyacı vardı. Ben sezon finali gibiydim aralarında. Böylesi herkes için daha iyi olacaktı...