Aynada kendime belki de bininci kez baktığımda ağzım kulaklarımdaydı. Elimle formamın uçlarını pantolonumun içine soktum. Bir kez daha dönüp kendi kendime sırıtmayı sonlandırmak istedim ama ne kadar başarılı olabildim, orası tartışılırdı.
Barlas'ın hediyeyi daha sonra aç demesini şimdi daha iyi anlıyordum. Bu meblada büyük bir hediyeye dırdır edeceğimi ve kavga edeceğimizi bildiğinden bunu daha sonraya saklamamı istemişti. Eh, pek de haksız sayılmazdı. Fakat bu forma reddemeyeceğim kadar güzeldi. Yine de bir azarı işitmeyi hak etmiyor değildi. Bu kadar pahalı bir hediye almasına hiçbir lüzum yoktu. Keza diğerlerinin de öyleydi.
Ne kadar uyumsuz olsa da üstüme İrem'in aldığı ceketi giydim. Üstüme çullanırdı maazallah. Daha sonra paltomu üzerime alıp beremi de taktıktan sonra odamdan çıktım. Okula geç kalmış sayılmazdık ama biraz daha oyalanırsak yine yok yazılacaktık.
"Çağlar! Ne zıkkımlanıyorsun yine? Geç kalıyoruz!"
Mutfağa bağırdığım sırada tahmin ettiğim gibi Çağlar mutfaktan çıkmıştı. Şaşırt beni...
Ağzı dolu dolu konuşurken ben kapıya yönelmiştim bile. "On saat odanda hazırlanan sensin. Aç karnımı doyurdum, ne var?"
Cevap verme gereği bile duymadım. Hızlı hızlı buluşma noktasına doğru yürüyorduk.
"Saatini taktın mı bebiş?" Sevimli sevimli yanıma yaklaşınca sinirim geçti. Dün onu bir güzel sevgi manyağı yapmıştım zaten ama yine yumuşamıştım. "Eveeet,"dedim kolumu sıyırıp muazzam olan saatime bakarken. Aşık olduğumu söyleyebilirdim.
"Yakışmış biriciğime,"dedi ve yanağımdan bir makas aldı.
Birbirimizi öldürmeden okula varabildiğimizde şaşkındım. Bu şaşkınlığımı bir kahve içerek atacaktım elbette... Oğuz bey ısmarlayacaktı. Ismarlamazsa gününü görürdü zaten, ona şüphe yoktu.
"Hadi koçum, bana bir kahve kap da gel. Şu masada bekliyorum," dedim kantindeki en uç masayı gösterirken. Diğerleri çil yavrusu gibi dağılmıştı. Oğuz ve ben kalmıştık sadece.
"Hiç itiraz bile etmiyorum,"dedi ve koşarak yanımdan uzaklaştı. Ben de gülerek az önce Oğuz'a tarif ettiğim masaya doğru ilerledim. Fazla beklemeden Oğuz da yanıma gelince kahveleri kafamıza diktik ve derse öyle geçtik. Tabii, o bir miktar geç kalmıştı. Polat Hoca daha zil çalmadan derse girdiğinden geç kalmasa bile geç kalmış bulunuyordu. Neyse ki manyak adam bizim dersimize girmiyordu.
Sınıfa bomba gibi bir giriş yaptım, demek isterdim ama tabii ki böyle bir şey gerçekleşmedi. Kim sabah sabah bomba gibi olurdu ki? İrem uzaylısından başka?
Sınıfa girer girmez kolumdan tuttu ve beni çekiştirmeye başladı. "Derin, bak ne duydum?!" Yine hangi tuhaf şeyi duymuştu acaba...
Bu dersle ilgili hatırladığım tek şey beynimin nasıl aktığıydı. Hiçbir şey kafama girmemişti ve sadece uyumak istemiştim. Bir türlü odaklanamamıştım ve bu bir hayli sinir bozucu bir durumdu.
Barlas da gelmemişti bugün. Teneffüste arasam iyi olacaktı. Gelmeyeceğine dair bir şey söylememişti çünkü. Zil çaldığında İrem'e durum özeti geçip sınıftan hızlıca ayrıldım. Tam Barlas'ı aramak üzereydim ki bana seslenen kişiyle kendimi durdurdum. Beni durduran kişi Barlas'ın kendisiydi.
"Çirkine Beşiktaş forması yakışmış."
Sırtında çantasıyla daha yeni okula girmiş gibi görünen Barlas bana yaklaşırken telefonumu yavaşça cebime koydum. Ardından saçımın bir kısmını kulağımın arkasına attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK MAVİŞ (DÜZENLENİYOR.)
HumorHiç beklemediğim bir anda mutluluğun beni bulacağını bilemezdim.