Sesimin kendinden geçmiş, bunalmış, sıkkın, sinirli ve her ne kadar aklınıza gelebilecek ton varsa, o şekilde çıkmaması için uğraşarak "Neden hep aynı yere gidiyoruz?" diye sordum.
Babam ve annem yapmakta oldukları sohbeti bir an için kestiler. Annem sol omzunun üstünden babam ise dikiz aynasından bana iki saniyeliğine bakış attı ve bitmek tükenmek bilmeyen yola devam ettik. Annem bu sırada iç çekti "Tatlım... Neden bu soruyu sorup duruyorsun?"
"Çünkü anneciğim her yaz hiç arkadaşımın olmadığı bir yerde bir ay tatil yapmak sıkıyor. Ne var izin verseydiniz de bizim kızlarla Alaçatı'ya gitseydim."
"Olmaz" babam keskin ve sert sözlerini gözünü yoldan ayırmadan sıralamaya başladı "Bu bizim aile tatilimiz ve hep böyle olacak. Bu bizim arınmamız, yenilenmemiz, birbirimize kenetlenmemiz ve taptaze bir şekilde İstanbul'a dönmek için şansımız"
"Evet, haklısın, çok sıcak diyerek benimle denize gelmemeniz ki bu tezatlığı hala çözemedim ya da gece yürümek istediğimde çok yorgunuz diyerek ayrı ayrı koltuklarınızda uyuklamanız müthiş derecede kenetleyici oluyor" sinirden az önce çıkardığım kulaklıklarımı yan koltuğa fırlattım.
"Tatlım sen de bizimle yoga yapabilirsin. Hem böylece doğayla nasıl da bir olunabildiğini göreceksin. Bu sene denemeye ne dersin?" annem bütün tatlı mimiklerini kullanarak benden cevap bekliyordu. Ben de istifimi bozmadan "Sabah altıda mı?" dedim. Annem yüzünde zorla tuttuğu gülücüğünü bırakmadan nazikçe başını salladı "Ne dersin?"
Annemin ne kadar ciddi olduğu nazikçe salladığı kafasından belli oldu ki ben, bu harekete küçüklüğümden beri sinir olmuşumdur. Nedense hep bana zorla bir şeyler yaptırmak istediğinde bu ifadeyi takınıyormuş gibi geliyor.
Yüzü hala bana dönüktü. Boynu ağrımış gibi duruyordu. Ben de fazla uzatmadan "Yooook, ben almayayım" dedim. Yüzündeki gülücük yavaşça düştü, "Sen bilirsin" derken önüne döndü ve güneş gözlüğünü geri taktı.
Bu sene nedense üstümde ayrı bir sinir vardı. Nedenini gerçekten anlayamıyordum. Ama bir şey küçük bir şey bile olsa çok büyütüyordum. Arada, tamam pek arada değil hemen hemen her gün, kızdığım ya da sebepsiz bağırdığım şeyler için üzülmeye başlamıştım. Ama bu elimde olan bir şey değildi. Kendiliğinden geliyor, bağırmazsam içimde büyüyor bu sefer daha kötü oluyordum. Bundan nasibini alan sırf annem ve babam değil, arkadaşlarım, İstanbul'daki üst komşumuz ve hatta sitenin bekçisi bile oluyordu. Zaten yola çıkmadan önce adamın halinden anlamıştım bana nasıl kızgın olduğunu. Annem ve babama şirince gülümsemiş, gözünüz arkada kalmasın demişti. Sıra bana gelince ise suratında küçümseyici ve ekşi bir şey yemiş de kusmak istiyormuş gibi bir ifadeyle "Siz annenizle dönecek misiniz Leyla Hanım? Yoksa fazladan kalacak mısınız?" diye sordu. Bu soruyu bilerek sorduğuna adım gibi eminim, çünkü her yıl hemen hemen aynı tarihlerde ben, annem ve babam ile gider, dönerim. 18 yıllık hayatımda hiç Fethiye'de tek başıma kalmadım. Uyuz adam. Onun çocuğuna da sinir oluyorum. Bahçede top oynarken nasıl oluyorsa sürekli benim camıma top atıyor, sürekli çığlık çığlığa bağırıyor. Ben de son ses müziği açıyorum ve oradan uzaklaşmasını bekliyorum. Özellikle Greenday çalınca çocuk bir anda çığlık atıp kaçmaya başlıyor. Asi ikizlerim benim yerime 'veleti' başımdan savmış oluyorlar. Yalnız şöyle bir sorun var 'velet' gitse bile, beş dakika sonra üst komşu ben tam şarkının ritmine kendimi vermişken yukarıdan (artık neyle vuruyor bilmiyorum) bir ses yaratıyor ki, hoparlörlerim patlarcasına çalarken bile yerimden sıçramama neden oluyor. Tabi bu ikazdan sonra müzik sesini kısmayı öğrendim. Çünkü en son kısmadığımda kapıya polis gelmişti. POLİS. Evde annem ve babam yoktu, yemekli bir toplantıya gitmişlerdi. Ben de sınav haftasının bitimi şerefine ve tabi ki de 'velet'i başımdan savmak için yine Greenday'i son ses dinliyordum. Velet birkaç nazik küfür savurduktan sonra gitmiş, ben de odamda tarağımı mikrofon yerine kullanarak şarkılara eşlik ediyordum. Evet, bir ses duydum. Bir süre sonra birbirini takip eden bir melodi gibi gelmeye başladı. Fazla takmadım. Ama sesler kesildikten on on beş dakika sonra evin kapısı çaldı. Ben telaş yaptım salonda yemek tabaklarım olduğu gibi duruyordu, mutfakta ısıtırken ocağa taşırdığım çorbayı temizlememiştim ki bu ikisi annemi, babamın film koleksiyonunu salonun ortasına boşaltıp içinden Shrek'i bulmaya çalışmam da babamı yeterince kızdırmaya yeterdi. Neden bu kadar erken geldiklerini düşünüyor, bir yandan küfür ediyor, bir yandan da ortalığı toplamaya çalışıyordum "GELİYORUM!" derken müziği kapadım ve kulaklarım bana teşekkürlerini sunarken salondaki tabakları olanca hızımla mutfağa götürerek lavabonun içine fırlattım. Girişteki boy aynasında bir an için kendime baktım ve yüzüme bir gülücük yerleştirip kapıyı açtım. Tahmin edersiniz ki kapıyı açar açmaz gülücüğüm tam tabirle 'götüme' kaçtı. Bir anda, bir şey yapmamış olsam da, terlemeye başladım. Bunun doğal olduğunu söyleyebilirim çünkü karşımda iki polis memuru ve arkalarında üst kat komşumuz Fahriye Teyze vardı. Kekeleyerek "Buyrun?" dedim. Polis memurlarından esmer olan ciddi bir ses tonuyla "Leyla Özsoy siz misiniz?" diye sordu. Fahriye Teyze adamı bağırarak onayladı. Bense sadece "Annem ve babama... bir şey mi oldu?" diye titreyerek sorarken Fahriye Teyze'nin beni kenara itip içeri girmesine izin verdim. Polis memurları aklıma gelen milyon tane kötü olasılığı anlamış olacak ki sarışın ve daha genç olan memur "Hayır anne ve babanız gayet iyi. Yani umarım öylelerdir. Öyleler mi?" dedi. Bir an için durdum ve içimden 'NE?' diye geçirdim ama zaten esmer olan sarışına sert bir bakış attı, bana dönerek "Hayır. Biz sizin hakkınızdaki şikayet üzerine geldik" diye açıklama yaptı. Bu sırada içeride bir şeyler büyük bir sesle devrildi, yatağımın üstünde duran oyuncak bebeğimin cılız ağlama sesi duyuldu, son olarak bir kitabın olması gereken yerden hızla düştüğüne dair bir ses geldikten sonra Fahriye Teyze elinde turuncu renk hoparlörlerimle kapıda yanımda belirdi. "İşte bunlar memur bey! İşte bunlar! Kahrolası müzik kutuları!" dedi hoparlörleri elinde olanca gücüyle sallarken. Esmer memur bey Fahriye Teyze'nin zarar vermesinden korktuğum hoparlörlerimi elinden alarak biraz olsun beni rahatlattı çünkü onu odamdan, elinde 'değerlilerim' ile geldiğini gördüğümde küçük bir kalp krizi geçirmiştim. "Leyla Hanım, Fahriye Hanım sizden şikayetçi, bütün uyarılarına rağmen müziğin sesini kısmadığınızı söylüyor" Esmer memurun suratına manasızca baktım "Anlamadım? Ne uyarısı?" Tam adam cevap verecekti ki Fahriye Teyze araya girdi "Tavanına vuruyordum ya!!!" dedi yüksek desibel sesiyle "Neden bu KAHROLASI REK MÜZİĞİ kesmiyorsun? Neden kulaklıklarınla DİNLEMİYORSUN?" kadının göğsü yüzme yarışından çıkmış gibi hızlı hızlı kalkıp iniyordu, gerçekten doğduğumdan beri gördüğüm en sinirli haliydi. Ama bu sinirine rağmen aklıma 'REK müzik' dediği yer takılmıştı. Gülmemek ve 'Sevgili her ne kadar bana bağırsa da hürmetten kızmadığım Fahriye Teyze, bir, o REK müzik değil ROCK; iki, tavanıma vurduğunuzu nereden bilebilirdim?' demek geçmişti. Oysa ben bütün şirin halimle "Özür dilerim Fahriye Teyze, uyardığınızı anlamadım" dedim. "Size okulda mors alfabesi öğretmediler mi?" bir an için filmlerde cırcır böceklerinin ötüştüğü tuhaf sahnelerden birine benzeyen bir sessizlik oldu ve sarışın memurun gülmesini çok zor tuttuğunu anlatan kıkırdamalar duyuldu. "Mors alfabesi mi?" dedim bütün inanamadığımı belirten ses tonlarımı altı hecelik bir cümle için kullanarak. "EVET" gözlerini büyüterek konuşmaya devam etti "Sana müziğin sesini kapa dedim mors alfabesi ile anlamadın" sinirli sinirli gözlerini değerlilerime çevirdi ve onlara doğru bir hamle yaptı. Esmer memur hızla ellerini, içine değerlilerimi de alacak bir şekilde göğsüne dayadı, Fahriye Teyze'ye sakin olmasını söylerken kendi de sakin olmaya çalışarak "Anladığım kadarıyla kapıyı çalıp söylemeniz daha iyi olacaktı Fahriye Hanım. Anlaşamamışsınız" dedi. "Ne münasebet canım. Ben onun büyüğüyüm, saygı göstermesi ve müziğini sessizce dinlemesi gerekirdi. Ben bilmem, bu kızdan ŞİKAYETÇİYİM." Fahriye Teyze inadını sürdürüyordu. Memur beylerin, özellikle esmer olanın gitmek için can attığını, içinden neden burada olduklarını kendisine defalarca sorduğunu hissedebiliyordum. Zaten sarışın memur karşı dairenin kapısının orada duvara yaslanmış, buraya gelmesinin sadece gezi amaçlı olduğunu ifade edercesine telefonuyla ilgileniyordu. "Leyla Hanım kimliğinizi görebilir miyim?" Esmer memurun isteği üzerine, cüzdanımı buldum ve kimliğimi masum bir şekilde ona uzattım. Memur bey kimliğime bakarken ilk defa, daha on sekiz yaşına basmadığım için teşekkür ettim. Haklıydım da, kafasını kimliğimden kaldırıp Fahriye Teyze'ye çevirdiğinde çoktan beni sevince boğan cümlenin yarısını söylemişti "Daha on sekiz olmamış, resmi işlem için çocuk şubenin ilgilenmesi lazım. Ben geldim ve gördüm bence bu meseleyi uzatmamızın bir manası yok. Ben Leyla kızımızı gerekli şekilde uyarırım" dedi. Fahriye Teyze en ağır cezaya çarptırılmamı emreden gözlerini üzerime dikerek "Sakın bir daha yüksek sesle müzik dinleme yoksa daha üst mertebelerle alakadar olursunuz" diye tısladı ve üst katın yolunu tuttu. Sarışın memur istifini bozmadığı sırada, esmer olan bana değerlilerimi geri iade etti ve kısa bir nutuk çekti. Olayı büyütmeyeceğini ama eğer Fahriye Hanım'ı bir kere daha bu denli kızdırırsam annem ve babamla konuşacağını ve gerçekten resmi işlem yapacağını söyledi. Ben de onlara, olayın bir daha olmayacağını, büyütmedikleri için ayrıca teşekkür ettiğimi söyledikten ve ne kadar başarılı bir memur olduğunu öven küçük konuşmamı yaptıktan sonra olay malini terk ettiler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaz İzi
Teen Fiction"Umutsuzca elimi alnıma götürüp kaşıdım. Tipik bir ben neden gençliğimi böyle şeylerle harcıyorum surat ifadesi takınırken evin arkasından, garaj tarafından, bir çocuk çıktı. Benden biraz uzun, esmer, buğday tenliydi. Çok kısa olmayan saçları dağını...