Pek kasvetli izmir sabahı yağmuru yağıyordu şirin ilçeye. Kör camlar bulutar arasından vuslatına kavuşmayı bekleyen mecnunlar gibi bekleşen güneş ışınlarını kucaklamak için saniyeler sayıyor, adeta kendisini seyreyeyen yağmur damlalarıyla beraber bekliyor, çoşuyordu. İşte böyle bir güne merhaba demek için kalktı yatağından Deniz. Tersten kalkmış havası var heralde ki pek bir asık dudakları ve çehresi vardı. Ayağa kalktı ve pamuklu kumaştan perdelerini çekmiş ve gelen yağmur sesini duyup dinlemeye başlamıştı. Hatrına geldi sonra, bugün gidiyordu. Hayıflandı içten içe sonra aşağıya indi ve mutfağa girip bi dilim bayatlamış karpuz kesti, çok önceden alınmış ve neredeyse küflenmiş peynirin iyi tarafını kesip kuru ekmeğin içine koydu. Yemeye çalıştı ancak bir türlü tükürüğü eritemiyor, boğazından aşağı kaymasına izin vermiyordu. Nitekim bi lokma yiyip bıraktı. Geri odasına çıkıp giyinmeye başladı.
-Kurtuluyorsun işte Deniz. Son kez bakıp gideceksin buraya. Evlat yerine koymayan ailenden uzak, sürüneceksin. Hep üvey olduğunu sorup senden alakasız aile tipinin sen öz çocuğumuzsun yalanına katlanmayacaksın. Defolup gideceksin bu iğrenç insanların hayatından. Gideceksin. Başka çaren yok.
Eski bavulunu tüm çamaşırlarla doldurmuş olsa da o küçük bavulu doldurmaya yetmemişti. Telafi ederim diyordu Deniz, gittiğimde hem okur hem de çalışırım. Belki kafa kafaya çekeceğim arkadaşlar bulurdu, belki güzel gözlü bir hatun bulurdu, söyle yanan saçlı bir kız. Severdi eskiden beri o kızıl saçlıları. İlk çocukluk aşkı da kızıl saçlı idi. Adı neydi o kızın... Mmmm.. Hah Beyza. Ne kızdı be diye aklından geçirirken eski guguklu saat ötmeye başlamıştı. Saat 9, bilet 9.30 da. Gitmek gerek dedi. Gitmek gerek. Nitekim de öyle oldu. bi hoşçakal demeyen üvey-öz ailesinin boş bakışları arasında bi tek ninesinin elini öp
Pek kasvetli izmir sabahı yağmuru yağıyordu şirin ilçeye. Kör camlar bulutar arasından vuslatına kavuşmayı bekleyen mecnunlar gibi bekleşen güneş ışınlarını kucaklamak için saniyeler sayıyor, adeta kendisini seyreyeyen yağmur damlalarıyla beraber bekliyor, çoşuyordu. İşte böyle bir güne merhaba demek için kalktı yatağından Deniz. Tersten kalkmış havası var heralde ki pek bir asık dudakları ve çehresi vardı. Ayağa kalktı ve pamuklu kumaştan perdelerini çekmiş ve gelen yağmur sesini duyup dinlemeye başlamıştı. Hatrına geldi sonra, bugün gidiyordu. Hayıflandı içten içe sonra aşağıya indi ve mutfağa girip bi dilim bayatlamış karpuz kesti, çok önceden alınmış ve neredeyse küflenmiş peynirin iyi tarafını kesip kuru ekmeğin içine koydu. Yemeye çalıştı ancak bir türlü tükürüğü eritemiyor, boğazından aşağı kaymasına izin vermiyordu. Nitekim bi lokma yiyip bıraktı. Geri odasına çıkıp giyinmeye başladı.-Kurtuluyorsun işte Deniz. Son kez bakıp gideceksin buraya. Evlat yerine koymayan ailenden uzak, sürüneceksin. Hep üvey olduğunu sorup senden alakasız aile tipinin sen öz çocuğumuzsun yalanına katlanmayacaksın. Defolup gideceksin bu iğrenç insanların hayatından. Gideceksin. Başka çaren yok.
Eski bavulunu tüm çamaşırlarla doldurmuş olsa da o küçük bavulu doldurmaya yetmemişti. Telafi ederim diyordu Deniz, gittiğimde hem okur hem de çalışırım. Belki kafa kafaya çekeceğim arkadaşlar bulurdu, belki güzel gözlü bir hatun bulurdu, söyle yanan saçlı bir kız. Severdi eskiden beri o kızıl saçlıları. İlk çocukluk aşkı da kızıl saçlı idi. Adı neydi o kızın... Mmmm.. Hah Beyza. Ne kızdı be diye aklından geçirirken eski guguklu saat ötmeye başlamıştı. Saat 9, bilet 9.30 da. Gitmek gerek dedi. Gitmek gerek. Nitekim de öyle oldu. bi hoşçakal demeyen üvey-öz ailesinin boş bakışları arasında bi tek ninesinin elini öptü... Kapıyı çarptı çıktı...
Şimdi ne olacak deniz?... Şimdi ne yapacaksın?...