Canı sıkılmıştı David'in. Hücre arkadaşı bile yoktu. Daha sonra bir ziyaretçisi olduğu anonsunu duyan David, umutlandı, heyecanlandı ve sevindi. Ama merak etti kimin olduğunu... Sonuçta Türkiye'de kimsesi yoktu. Hiç kimsesi... Tedirgin bir şekilde geçti o uzun koridoru yanında bir polis ile. Ziyaretçi odasına geldiğinde şaşırdı hem de çok. Biraz da korktu. İrkildi, iliklerine kadar hissetti korkuyu. Karşısında duran...
2 GÜN ÖNCE...
Camide mışıl mışıl uyuyordu David. Tâ ki sabahın dördünde ezan okunana kadar. "Allahuekber Allaaahuekbeer..." David'in gözler aniden açılmıştı. Henüz saniyeler geçmemişti ki İmam efendi geldi dışardan kilitlediği kapıyı açarak. Tabii ezan otomotik okunuyordu yine... İmam nedeni bilinmedik bir şekilde keyifliydi ve yeni uyandığını gören David'e: " Sabah-ı Şeriflerin hayrolsun Zabıta Bey, nereliydin sen ? " David ağzından kaçırıyordu az daha Chicagolu ( Şikago) olduğunu. Tam 'Chi' demişti ki toplamaya çalıştı cümleyi, 'Şile' dedi. " Şİ... Şileliyim. Siz nereliydiniz ?" İmam lafını kesti: " Ooo... Şile otel ve motelleriyle ünlüdür... Ama senin aksanında biraz farklı geldi bana, sanki Türk değilmişsin gibi geldi..." David diyecek hiçbir şey bulamadı. Tam bir bahane üretircesine yalanlara başlayacaktı ki Camii cemaatinden yaşlı bir kaç adam gelmeye başladı. Ezan da bitmek üzereydi. Beş kişilik de olsa vardı bir cemaati Camii'nin. Hoca yerini aldı. Müezzin yoktu Camii'de. En azından sabah namazlarında müsaade ediyordu İmam, genç müezzinin gelmemesine.
Onlar sünneti kılmaya başlayınca David de sıvışmıştı oradan. Dışarı çıktı. Havadaki soğuğu ve toprak kokusunu ciğerlerinin en dip köşelerine kadar ulaştırdı. Derin bir nefesti bu. Rahatladı biraz.
Aklına müdürü Bay Mahone'u aramak geldi. Türkiye'de saat sabah dördü on iki geçiyor ise patronunun yaşadığı şehir Washington'da bir gün önce ama öğleden sonra altıyı on iki geçiyordu. Acilen araması gerekiyordu onu. Acilen dönmesi gerekliydi Amerika'ya... Yakalanma korkusuyla daha ne kadar yaşayabilirdi Türkiye'de ? Chicago'yu özlemişti...
İmam efendi, sabah namazını kıldırdıktan sonra tam çıkacaktı ki Camii'den David'in yattığı yerde duran kimlik kartı dikkatini çekti. İki üç adım attıktan sonra eğildi ve kartı yerden aldı. İsim olarak 'Hüsnü BAŞVEREN' yazılılıydı ve resimde David'e ait değildi. İmam zaten tanıyordu bu küçük mahalledeki zabıta ve bekçileri. Hatta geçen Ramazan ayında da iftara gitmişti Hüsnülere... Bir an ne olup bittiğini düşünmeye başladı İmam efendi ve Zabıta Hüsnü'nün evine gitmeye karar verdi.
David de bir metre uzağındaki telefon kulübesine ilerledi yaralı bacağıyla. Müdürü Bay Mahone'un telefon numarasını ezbere bilirdi. Zaman kaybetmeden tuşladı. İlk önce kısa bir santral bağlantısından sonra çalmaya başladı telefon. Heyecan akıyordu bitkin bedeninden. Telefon açıldı. David nefesini topladı:
- Alo, Bay Mahone, nasılsınız efendim ? Ben David, Türkiye'den arıyorum.
Müdürü Mahone aşırı duygulu ve acımtırak ses tonuyla konuşmaya başladı:
- David mi ? Öyle bir çalışanım olduğunu hatırlamıyorum ben. Bir aralar canımdan çok sevdiğim, başarılı, çalışkan, başladığı işi bitirebilen, çok iyi bir elemana sahiptim, evet. Çağırdığımda gelmedi ilk önceleri... Daha sonra bir katil ve şu anda da bir kanun kaçağı olduğunu öğrendiğim bir çalışanım vardı bir aralar. Artık yok !
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERGÜZEŞT-İ DAVID
Historia CortaSergüzeşt-i David : Adı üzerinde "David'in Serüveni" dir. David'in başından geçen olayları anlamaya çalışacağız beraber. Bazen bir POLİSİYE'nin içinde; bazen bir MACERA VE AKSİYON'un tam ortasında bulacağız kendimizi. Heyecan ve merak dolu bu romanı...