Evvel zaman içinde
Seni bir şey sandım
Yüzüme bir dokun dedim
Okşa saçımı sevme vakti şimdi
Ankara'da arkadaşlarımla gittiğim her zamanki mekanda kahvelerimizi söylemiş koyu bir sohbete dalmıştık. Kendimi o kadar kaptırmışım ki Ayşe'nin dürtmesini bile zor hissetmiştim. Ayşe karşı masayı göstermiş oradaki adamın sürekli bana baktığını ısrarla vurgulamıştı."Yok canım ne alakası var baksana kesin birini beklerken sıkılmış etrafına bakınırken denk gelmişsindir." diye söylenerek önüme geri dönmüştüm. Ayşe'nin her zaman ki saçmalamalarından işte diye içimden geçirmiştim. Ama aynı zamanda da gözlerimi yabancıdan alamamıştım. O sert görünümlü, takım elbiseli, uzun, esmer, geniş omuzlu yakışıklının kendinden emin tavrının altında yatan masum çocuğu hayal etmiştim bile bir an.
Kızlarla saatin epey ilerlediğini fark ettiğimizde hepimiz aksattığımız şeyler olduğunu hatırlamış, vedalaşarak ayrılmıştık. O kalabalık içinde gülünce kaybolan gözleriyle bana baktığını görmemiştim bile yabancının.
Eve geldiğimde annem tek başına yemek masasında oturuyordu. Önündeki tabağa hiç dokunmamıştı. Oysa masadaki birbirinden güzel yemekler itinayla hazırlanmış önüne sunulmuştu. Zehra Hanım (tabi), yemeklerden ziyade onu yalnız bıraktığım için nasıl sitem edeceğini düşünüyordu. Ayaküstü bana biraz söylendikten sonra aç olup olmadığımı sormuştu. Ben de gönlünü almak istercesine aç olmadığımı fakat ona eşlik etmek istediğimi söylemiştim. Babamın ölümünden sonra iyice durgunlaşan annemin yalnız kalmaması gerektiğini üzerine basa basa tembihlemişti Ahmet Bey. Bende her anında yanında olmaya çalışıyordum. Ahmet Bey; iyi eğitim almış, artık orta yaşların sonuna gelmiş, kibar, kır saçlı, yakışıklı denilebilecek kadar ilgi çekici biriydi. Acı kaybımızdan sonra bize çok yardımcı olmuş, annemin hastalığı ilerlemesin diye elinden geleni yapmıştı. Ama olmadı. Gün geçtikçe artıyordu annemin ağrıları ve ben ne yapmam gerektiğini bilmeden çırpınıyor sadece mutlu olması için çabalıyordum. Kendimi unutmuştum son birkaç aydır. İşten arda kalan zamanımı hep annemle bir şeyler yaparak geçiriyordum. Yemekler, sinemalar, tiyatrolar, çeşitli sergiler, hatta annemin sevdiği yazarların dinletileri ya da ilgisini çeken konularla ilgili konferanslar uğrak noktalarımızdı. O günde anne-kız gece yarısına kadar konuştuk. Konu konuyu açmıştı. En son gözlerimiz kendiliğinden kapanmaya başlayınca uyumaya karar verdik ve iyi geceler dileklerimizi ilettikten sonra odalarımıza çekildik. Annem de ben de her şeyin farkındaydık olanların da olacaklarında. Annemin de her gece başını yastığına koyduktan sonra derin düşüncelere daldığını biliyordum; benim gibi. Ben sadece bir şeyden emindim. Bir kaybı daha kaldıramazdı kalbim...
Sonra ki bir hafta işyerime yakın olan her öğle arasında gittiğim bir restoran da, iş çıkışları bazen oturduğumuz kafeler de sürekli o esmer adamla karşılaşır olmuştuk. Bu bir tesadüf mü yoksa altında bir şey aramalı mıydım bilmiyordum. Şimdi olsa hiç düşünmezdim bile diye aklından geçirdi Ezra. Ama o günlerde onu her görüşünde gittikçe artan heyecanını her şeye rağmen kalbinde hissedebiliyordu hala... O kadar karşılaşmadan sonra yavaş yavaş selamlaşmalar başlamıştı. Tuhaf bir şekilde sanki yıllardır tanıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım karşımdaki yabancıyı. O hafta sonu annesiyle beraber gittiği bir resim sergisinde de karşılaştığım o esmer adama karşı hissettiklerimi gizleyemedim bir an kendimden. Sakladığım yerde bulunmayacağından emin olduğum hazineyi bulmuşlar gibi heyecan sarmıştı her yanımı. Korku, telaş ardından gelmişti zaman kaybetmeden. "Zamanla önemini yitirir bazen zamanında önemsememek için ne yapacağımızı bilemediklerimiz. Bundan dolayı değil midir zaten zamana bırakışımız?" dedi sessizce içinden ah çekerek.
Sergi sonrası gittiğimiz bir balık lokantasında ortalıkta hiç yokken (gözlerim onu aramıştı inkar edemem) masamızın yanında bir ses "Rahatsız ediyorum ama oturabilir miyim?" diye sordu ve kesin bir cevap beklemeden oturdu. Daha ben bile tanışmamışken anneme kendini benim arkadaşım olarak tanıştırmasını hayretle izlemiştim. O an öğrendim adının Tolga olduğunu. Üzerimdeki şaşkınlığı atınca annemle sohbeti ilerlettiklerini fark ettim ve bende bir yerinden dahil olmaya çalıştım konuşulanlara. Bir yandan konuşuyor bir yandan da yabancının hiç susmamasını istiyordum. Ses tonu o kadar etkileyiciydi ki sabaha kadar konuşsa hiç sıkılmadan dinlerim diye düşünmüştüm. Gecenin ilerleyen saatlerinde bizi eve bırakmak için ikna etmişti bile. Eve girerken bir kartvizit uzatarak "Tekrar görüşmeyi çok isterim." dedi arayacağımdan emin bir tavırla... Eve girer girmez ise annemin ne kadar mutlu olduğunu gözlerinden okumuştum ama aynı zamanda da sitemkâr bir ses tonuyla "Aşk olsun Ezra insan bu kadar hoş sohbet arkadaşıyla daha önce tanıştırmaz mı beni." diye sorarak ve arkasından bir şarkı mırıldanarak odasına çıkmıştı. Ben ise öylece kalmış benim bile henüz tanışmadığım biriyle annemi nasıl tanıştıracağımı düşünmüştüm... O gece heyecandan uyuyamamıştım. Beynimin içinde Tolga'nın anlattıkları dönüp duruyordu. Sesiyle, neşesiyle annemi nasıl da etkilemiş ve mutlu etmişti. Artık kendimi kandırmayı bırakmıştım bende ve şimdiden hayallere dalmıştı yüreğim. Gözlerini gözlerimde, sesini kulağımda, tenini tenimde hissetmiştim. Ellerini saçımda gezinirken, bir koltukta beraber film izlerken her yerde onu yanımda hayal etmiştim. Uzun bir aradan sonra iki kişilik yaşantımıza ilk defa üçüncü kişiyi almıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HAYATIN PROVASI YOK
Romanzi rosa / ChickLitBir Sindrella bir Pamuk Prenses masalları arasında gidip gelirken kendi hikayeme geri döndüm Tolga'nın sesiyle. "Sen hiç körebe oynadın mı?" olmuştu ağzından çıkan ilk söz. Yüzümde hayal kırıklığı ifadesiyle bu geceyi de 40 yıldır tanışıyormuşuz gib...