Sabah uyandığım da kendimi çok yorgun hissediyordum. Halbuki dün yorucu olan hiçbir şey yapmamıştım. Rüyamda dağdaki atlarla yarışmamı saymazsak. Üstelik ben kazanıyordum. Rüya bu, içinde istediğin her şeyi yapabilir, asla sahip olamayacağın güçlere kavuşabilirsin.
Serin havaya rağmen içimde bir sıkıntı vardı. Günlerdir kaybetmek için uğraştığım bir sıkıntı. Keyfim yerindeydi halbuki. Sağlığımda öyle, ailemde ki herkes turp gibiydi hatta. Ne vardı sanki bu kadar sıkıntı yapacak.
Çözemediğim bir karışıklığın içinde kıvranırken, küçük kardeşim Güneş bağıra bağıra odama girdi. Bugün doğum günüydü ve tüm evin bunu duymasını istiyordu. Önüne gelen saçlarını kulağının arkasına atarken 'İyi ki doğdum ben, iyi ki doğdum ben' diye bağırıyordu. Gülümsememe engel olamadım. Altı yaşında ki bir kız nasıl olur da bu kadar zeki ve komik olabilirdi ki? Benim uyanmadığımı düşünerek yanağımdan öpmek için eğildiğinde kolundan tuttum ve gıdıklamaya başladım.
Sonrasında babam seni çağırıyor, diye kendini kurtarmaya çalıştı. Saate baktım, on olmuştu. Gece film izlediğim için geç yatmıştım ve bu saatte kalkmıştım. Gerçi ben hep bu saatlerde kalkardım. Uykuyu öyle çok seviyordum ki..
Ya da uyurken diğer herşeyden kaçışımı seviyordum. Bu sahtelikten uzaklaşıp kendi hayal dünyam da dolaşmayı seviyordum. Tuhaf gelecek ama rüyalarımı kontrol edebiliyorum. Bunu uzun zaman önce fark ettim ve ciddiye alınmayacağını düşünüp anneme bile söylemedim. Her gece içinde sadece benim olduğum bir dünyaya kapatıyordum gözlerimi..
Tüm bu düşüncelerin içinde kaybolmuştum ki; Güneş , kolum acıdı, diye bağırdı. İlk başta neden acıdığına anlam veremedim ama sonra özür dileyerek yavaşça bıraktım kolunu. Geçen hafta Güneş, salıncaktan düşüp de kafasını çarptığında hastaneye götürmüş ve bir sürü test yaptırmıştık. Kolundan alınan kan yüzünden iğnenin bıraktığı izler hala geçmemişti. Aslında düşmek Güneş için sıradan bir şeydi.
Sürekli düşer ama sadece annem dışarda oynamama izin vermezse diye ağlardı. Düşmek ve toprakla oynamak bir hobiydi onun için. Yere düşen çiçekleri alıp kendince şekiller verirdi.
Salona girdiğimde kahvaltının çoktan hazırlanmış olduğunu gördüm. Kahvaltı masasında babamla tuttuğumuz takımın geçen akşam ki maçına yorum yaparken bir yandanda hala nereden geldiğini bilmediğim ve bir türlü tarif edemediğim sıkıntımı düşünüyordum. Bir an da kendimi böylesine sıkıntılı ve yorgun bulmuş olmama anlam veremiyordum.
Tüm bunlardan sıyrılıp normal hayata döndüğüm de, annem; Güneş i biraz sahile indir de ben evi temizleyeyim, Güneş in doğum günü için Pelin, Polen ve Polen' in erkek arkadaşı Mihai gelecekler, dedi.
Ben de, zaten sahile inip denize ayaklarını sokmak isteyen Güneş i de yanıma alıp evden çıktım. Yolda hoşlandığım çocukla mesajlaşırken bir yandan da Güneş in sorularına cevap veriyordum.
Abla, bahçede küçük bir kedi gördüm. Geri döndüğümüzde oynayabilir miyim?
Evet ama ağzına tüy kaçmamasına dikkat edersen. Sevindi ve Tamam ablacığım, diyip koşar adımlarla sahile yürümeye başladı. Bir an önce eve dönüp o küçük kediyle oynamak istediği her halinden belliydi.Sahile indiğimiz de aşırı güneşten kendimizi korumak için şezlongun birine uzandık ve Güneş her zaman yaptığı gibi kolumu yastık yaparak kucağıma yattı. Bunu yapmasını seviyordum. Abla olmayı seviyordum. Bir iki kere ayağımızı suya sokup bu sıcakta daha fazla erimeyelim diyerek evin yolunu tuttuk. Rıdvan la konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamadığım için saati görünce şok oldum.
Tam üç saattir dışarıdaydık ve muhtemelen başımıza güneş gecmişti. Güneş acıktımmm, diye sızlanmaya çoktan başlamıştı ama anlam veremediğim şey bana göre sadece yarım saattir dışarıdaydık ve annem eve gidince daha temizlik bitmedi diye bizi bahçeye gönderecekti. Ama tam üç saat geçmişti ve ben hala nasıl olur diye düşünüyorum. Tüm bu düşüncelerimin arasında Güneş in artık sızlanmadığını hatta yanımda bile olmadığını fark ettim. Arkamı döndüğüm anda beynimden vurulmuşa döndüm.
Güneş, bir adamın elinden kurtulmak için tepinmeye başlamaştı ama adam ağzını sımsıkı tutmuş arabanın içine sokmaya çalışıyordu. Birden koştuğumu fark ettim. Onlara doğru koşuyordum ve bırak onu diye bağırıyordum. Adam beni fark ettiğinde Güneş i çoktan arabanın içine atmıştı ve sürücü koltuğuna yerleşmeye hazırlanıyordu. Adamı yakaladım ve vurmaya başladım.
Bu gücü nereden aldığımı bilmiyorum. Böylesine bir güce sahip olduğumu bile bilmiyordum. Adam baktı ki benden kurtulamayacak, başıma nereden çıkardığını anlamadığım bir silah dayadı. Ama ben savaşmaya devam ettim. Çünkü şu anda hiçbir şey kardeşimi kurtarmaktan önemli değildi benim için. Bunu anlamış olacak ki silahı bu sefer Güneş e doğrulttu ve bana doğru döndü.
Kimse görmüyor muydu ? Kimse bizi duymuyor muydu ? Niye etrafta polis arabalarının sesi gelmiyordu ? Ya da annemin çığlıkları ?
O an anladım ki bizden başka kimse yoktu burda. Evin yakınında bile değildik. Buraya nasıl geldiğimizi hatırlamıyordum bile. Çaresiz bir şekilde ellerimi serbest bıraktım ve arka kapıyı açarak arabaya bindim. Maskesinin altından şaşırmış gözlerle bana baktı. Korkup gitmemi bekliyordu herhalde. Ama ben kız kardeşimi bu adamla yalnız bırakamazdım. Kapıyı kapattım ve Güneş i her zaman yaptığım gibi kollarımın arasına aldım. Bu onu bir nebze de rahatlatmış olacaktı ki çok geçmeden uykuya daldı.