İnsanoğlunun bir şeyleri tam anlamıyla uydurduğuna asla inanmamışımdır. Sadece mükemmel düzeydeki uyumda bazı şeyleri taklit edebiliriz. Düşüncelerimiz bir yerden sonra tamamen durur, sadece o noktaya kadar ilerleyebiliriz.
Peki insanlar yüzyıllar öncesinde neden doğa üstü şeylerin olduğunu söylemiştir? Bu sadece saçmalık mıdır? Yoksa gerçek mi?
Biz abartılan canlıların gerçekle uyum sağlamış haliyiz. Biz ormanlarda ve kutuplardayız.Bizi boşuna aramayın. Çünki bizi göremezsiniz. Biz sizi görürüz...
Yaşadığım 162. yılın, 138. günündeydim. Diğer günlerin aynısı olarak devam eden gün aslında diğerleri gibi değildi.
Robert sayım yaparken hepimiz aslında kimlerin eksik olduğunu biliyorduk. Luk ve Thomas üçüncü kez yoktu.
İkisinide daha önce görmüştüm, korkutucu bakışları ve soğuk davranışlarını hatırlıyordum.
Aslında, hepimiz birbirimize soğuk davranıyorduk ama birbirimizi koruyorduk. Aksi takdirde varlığımızı koruyamayız.
İki gün öncesinde olduğu gibi sayımda yeniden Thomas ve Luk eksik çıktı. Dünki gibi onları aramaya çıkacağımızı tahmin ediyordum. Robert yüzünü Deborah'a çevirdi. Bakışlarından iyi bir şeyin olmadığını anlayabilirdiniz.Gözümü onlardan ayırıp anne ve babama çevirdim, onlarda birbirine bakıyordu. Herkes birbirine bakıyordu.
Anne ve babamız bizim için bir şey ifade etmiyordu. Çünkü 34 kişi birbirine aynı mesafedeydi -sadece ikizler haricindeki kısım- hepimiz bir aile ve birer yabancıydık.
"Pekâlâ! Dağılıp onları bulmalıyız, kazıkları almayı unutmayın!" diye sert sesiyle bağırdı Robert. Robert hâlâ emin olamama rağmen buranın başkanı sayılırdı, yanında hep Deborah olurdu, Deborah muhtemelen burada ki en yaşlı kişiydi.
Pekâlâ! Kazıkları alıp onları bulmak çok zor olamazdı ya!
En yeni kişi olarak en deneyimsizi bendim ve 180. yılıma gelmediğim sürece en yeni kişi hep ben olacaktım. 185. Yılda yeni üyemiz doğacak ve muhtemelen o zamana kadar birisi ölecekti.
Yaşlı ağacın önündeki sandıkta, üst üste yığılmış kazıklar vardı. Elime iki tane alıp Anthony'in önünde duran zehir dolu siyah kaba soktum. Hiç sormama rağmen kokusu bile genizimi yakmaya yeten siyah sıvının bir tür zehir olduğuna emindim.
✩★✩★✩Görmekten sıkıldığım sarmaşıklarla kaplı ağaçların arasından ilerledim. Korkuyordum. En az bilgisi olan bendim ve bunu onlarda biliyorlardı.
Buluşma noktamız gözden kaybolduktan birkaç dakika sonra beni birinin izlediğini hissettim. Durdum. Başım birinin elleri arasındaymış hissine kapıldım.
Dün de burada gelmiştim aynı yerde beklemiş birkaç saat sonra geri dönmüştüm. Geri dönerken önüme düşen dal parçasını anımsadım.
Aldığım nefesin burnumdan ciğerlerime dolduğunu hissettim. Yabancı his beni her seferinde şaşkına çeviriyordu, birkaç kez olmuştu ve kimse bunu bilmiyordu.Arkama döndüm, dünki dal hâlâ toprağa saplıydı ama kırılmıştı. Üzerine basıp geçen ayakları hayal ettim. Ardından ciğerlerimi yakan nefesi içime çektim.
Ağaçtaki yapraklar hareket etti ve hışırdadı. Ağır bir şeyin indiğini belirten sesin arkamdan duydum. Sağ elimde olan kazıklardan birini elime aldım. Arkamdaydı! Bana doğru geldiğini duyduğumda yana çekildim ve elimi ona doğru savurdum. Kazık boynuna saplandı.
Solundan gelen kazıkla birlikte kan fışkırmaya başladı, boynundan akıyordu. Luk'un kırmızı gözlerine şok olmuş bir şekilde baktım. Özür dilemek gibi bir istek duydum ama bu aptalca fikri hemen unuttum. Bunu yapmak istememiştim ama aksi takdirde kafatasımın ayrılmış olacağını tahmin edebiliyordum. Öldürmek diğerleri için basitti.
O sendeleyip gerisinde duran ağacın dibine düşerken varlığını unuttuğum çocuk karşımda belirdi.
Thomas kemikli elleriyle kollarımı tutmuş beni ağaca itmişti. Ona tekme atmaya ve kurtulmaya çalıştım. Kollarımı kurtarmaya ve onu düşürmeye çalıştım.İkisine karşı çok güçsüzdüm. Luk'a zarar vermiş olmam bile kulağıma komik geliyordu.
Ama onu yaraladıysam Thomas'a da zarar verebilirdim. Pes etmeden kollarımı kurtarmaya çalıştım. Diğer eliyle elimde sıkıca tuttuğum kazığı kavradı. Çığlık atmaya başlayacakken kazığı boynuma tutmuştu. Benim kazığa dayanamayacağımı biliyor muydu acaba?
Kırmızı gözlerin rengi koyuydu. Benimkiler ise daha önce kimsede görülmediği gibi yeşildi. Bir canavarın gözü yeşil olabilir miydi?
Gözlerime bakmaya neyse ki fırsat bulamamıştı. Arkasına döndüğünde Luk'u gördüm. Göğsü muhtemelen ilk defa inip kalkıyordu. Kalbimin göğüs kafesime çarptığını hissettim, çok garip bir histi ve elimde olmadan oluyordu. Yutkundum, kazıkta ki sıvı canımı yaktı.
Luk'un elleri boynundaki kazığa dolandı. Kavradı ve kazığı çıkarttı. Thomas bunu görmekle yetinip bana döndüğünde gözlerimi gördü. Evet. Şaşırmıştı. "Onun-" "Kalbi atıyor" diye tamamladı Luk kendince, dalga geçiyordu, bunu korkudan ölmek üzere olduğumu ifade etmek için kullanmıştı ama gerçekten oluyordu. Ben de ne sorun vardı bilmiyorum ama oluyordu.
Bununla birlikte kalbim hızlanmaya başladı. Göğüs kafesime bir ağrı girmişti. Thomas pompalanan kanın sesini duymuştu.
Bu sadece ölmeden önce olurdu. Ve ben o an da tam olarak ölmüyordum. Gözlerim ve atan kalbim onu şüpheye düşürmüş olmalıydı.
Kollarımı kavrayan eller değişti. Kazık boynumdan uzaklaştı. Luk tam karşımdaydı, kazığı karnıma doğru ittirirken gözlerimi gördü. Gözlerini kısıp bana baktı. Gözlerini abartılı bir şaşkınlıkla açtı.
Kalbim durmadan hızlanırken bunu fark etti. Kazığı yere fırlattı. Elini kalbimin üzerine koydu. "Sadece şaka yapmıştım" dedi sırıtırken. "Bunu nasıl yapıyorsun?" Gözlerini benden ayırıp eline baktı. "Belki de bir şey yapmana gerek kalmıyordur." Kalbimin her zaman attığını mı sanıyordu?
Yapacağı şeyi tahmin edip son birkez çırpınmaya başladım. "Hayır! Hayır, ben onlardan değilim" yüzümü sağa sola sallıyordum.
Olmam gerekenden daha güçsüz olan ben güçlü olan ona karşı şansa sahip değildim. Bileklerim hedefi olmuştu.
Isırılmanın nasıl olduğunu hissettim. Çığlıklarım ormanda yankılandı. Etraftaki kuşlar ağaçları terk etti. Sol kolum yanıyormuş gibi hissediyordum. Kopmuş gibi geliyordu. Titreyen kolumu bıraktığında kendimi yere bıraktım.
Aramızda ağlayan ilk ve tek kişinin ben olduğunu tahmin ediyorum.
Luk, Thomas'ı zorla yanında götürürken. Kolumdaki damarlar rahatça seçilmeye başlamıştı. Ellerimi ağacın gövdesine yaslayıp doğrulmaya çalıştım. Kollarım titriyordu.
Orada saatlerce durdum ve dolu gözlerimi kararan gökyüzüne çevirdim. Yıldızlar parlıyordu. Gökyüzündeki parlak noktalar hep ilgimi çekmiştir...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZ
Science Fiction(#96) Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Nefesimi(*) kesecek tek şey gökyüzündeki yıldızlardı. Günün sonunda hep ben ve onlar kalıyorduk. Son nefesimi alıp gözlerimi yumdum, çiğerlerimin yanma hissi geçti, nefesim durdu. Gözlerimi açtım ve yukarıya bakmaya...