Bu ferah, geniş sokaklarda yürürken, tüm yeryüzü ayaklarının altına serilmiş gibi hissediyordu. Serin bir rüzgar habire saçlarıyla oynayıp, gömleğinin yakasını kaldırmaya uğraşıyordu. Ne güneş gözlüğü vardı, ne de lensleri. Çevrede dolaşan kızların kıkırtılarına ve bazen rahatsız edici olabilen bakışlarına aldırmamaya çalışıyordu. Bugün pek bir şeyi umursamak gelmiyordu içinden. Güneş güçsüz de olsa, tüm güzelliğini göklerden canlıların üstüne bir yağmur gibi salmıştı. Aynı sakin adımları, yine onu kayalıklara ulaştırmıştı.
Deniz yavaş yavaş çarpıyordu yosun tutmuş, irili ufaklı kara kayalara. Cılız beyaz köpükler oluşuyor, biraz etrafa damlacıklar sıçrıyor, taşlar bir kez daha ıslanıyordu. Bu büyüleyici ses ve görüntü, aynı düzen devam ediyordu. İşte şehrin tüm kalabalığını, tüm kargaşasını ve dertlerini bu manzara silip süpürüyordu.
Yine gözüne kestirdiği bir kayalığın tepesine tünemişti, geride durup da balık tutanları ya da belki de boş yere olta sallayanları görmek istemiyordu. Uçsuz bucaksız denize, ondan daha parlak gözlerini dikti sakince. Ona oldukça uzak bir yerde martılar sürekli dalış yapıyor, havada süzülüyor ve bazıları ise hiç işleri yokmuş gibi yüzeyde öylesine oturuyordu. Belki de onlar artık pes etmişler, herkese meydan okuyorlardı. Avlanmayı bir kenara bırakmış, beyaz ufak vücutları bu tatlı mavilikte hafif hafif dalgalanırken, onlar yalnızca ölümü bekliyordu. Olabilir miydi? Azıcık arkaya çevirdi başını. Balıkçılar, muhabbet ederek turlayanlar, seyyar satıcılar... Bu iyiydi, bir kez daha düşüncelerin görünmez oluşunun sevincini yaşayarak, önüne döndü.
Yine aklı o sahnelerden başka her şeye ayak diretiyor, hayatta yaşadığı tek şey o günlerde olanlarmışçasına, iğrenç hatıraları gün yüzüne çıkarıyordu. Denizin kahverengi yosunları kıyıya vurması gibi, belki de bir şekilde temizlik yapacağını düşünüyordu. Ama bu bir daha asla düzeltemeyeceğiniz, rezil olduğunuz hatta yerin dibine girdiğiniz ve eve gidip saatlerce ağladığınız bir anı gibiydi. Hatırladıkça o bakışları ve sözleri unutamadığınız, her aklınıza gelişinde aynı acıyı yaşadığınız bir olay gibi. Aklınıza geldiğinde kurtulmak için, gözlerinizi kapayıp derin bir nefes aldığınız türden.
Anlaşılan rüzgar çok sevmişti bu oğlanın kirli sarı saçlarını, gitmek istemiyordu. Derin bir nefes aldı ve usul usul saldı ardından ciğerlerindeki tuzlu havayı.
Bir çocuk oturuyor odada, saçları yine aynı sarı renk, ama bu sefer daha kısa ve düzgün kesilmiş. Karışık yada dolaşık da değil ayrıca, o minik serçekuş yüreği gibi; her şey henüz tertemiz ve pak. Henüz kirden uzak.
Önünde beceriksizce uğraştığı resme bakılırsa, altı yaşlarında olmalıydı. Üzerindeki düz mavi tişörtü, sanki gözlerini ortaya çıkarmak için özenle seçilmiş gibiydi.
Yoluk, mat ve kabarık sarı saçları dağınık bir kadın, habersizce girdi az sonra bu küçük odaya. Bu aydınlık ve ufak odaya hiç uymayan bir giyim tarzıyla, mavi gözlerin karşısındaydı. Uzun yüzü, avurtları çıkacak kadar zayıftı. Elmacık kemikleri gerçek anlamda çıkık, sigarasını tuttuğu eli bir deri bir kemikti. Çocuk, kadın odaya girdiğinden beri ürkek bakışlarla onu izliyordu.
"Sana buraları dağıtmaman gerektiğini söylemiştim. Çocuk, sen niye beni hiç dinlemiyorsun?" dedi yaklaşırken. Sigaranın bozduğu kırçıllı sesi odada yankılanıyor, bir anda tüm huzuru alıp götürüyordu.
"Anne ben dağıtmadım, sadece resim yapıyordum..." diyecek oldu çocuk, mavi gözleri kadına dikilmiş, korkuyla parlarken. Şimdi hava güneşli olmasına rağmen, içerisi buz kesmişti.
"Öyle mi?!" diye parladı kadın. " Çocuk sen niye beni hiç dinlemiyorsun?! Söyler misin, niye benim sözlerim hiç tutulmuyor bu evde!" dedi. Sanki bir duvara bulaşık telini sürtüyormuşçasına çıkan sesi, anında yükselmişti.
"Anne ben..." diyebildi, ağlamaklı bir sesle çocuk ve bir adım geriledi oturduğu yerde. Fakat nafileydi, kadın aralarındaki birkaç adımlık mesafeyi bir anda kapatmış, karşısında nefretle ona dönmüştü. Eğildi ve öyle devam etti nefret dolu sözlerine.
"Anne deme bana diye kaç kere söyledim sana, ha? Kaç kere?!"
"Ama annecim ben..." diye bir şeyler gevelemeye çalıştı, mavi gözlerin sahibi. Nerdeyse ağlayacaktı.
"Sus! Sus dedim sana!" diye böğürdü kadın, konuşurken ağzından yayılan buram buram sigara dumanı, olduğu gibi yüzündeydi çocuğun. Kim bilir kaçıncı defa aynı pis kokuyu soluyordu.
"Sözlerimi hiç dinlemediğin gibi şimdi de karşı geliyorsun öyle mi?!" dedi ve yerdeki resim kağıdını buruşturarak attı bir kenara. Ardından kimi olsa ağlatacak cinsten öyle bir tokat indi ki suratına çocuğun, odada inledi. Akabinde bir silsile takip etti bunu. Bir yandan da bağırıyordu.
"Nefret ediyorum, nefret! Kurtulacağım senden mutlaka!"
Çocuğun dudaklarından fışkıran kan, histerik hıçkırıklarına karışırken, nihayet yaşlı bir kadın göründü kapıda. Koşar adım yanlarına geldi bir yandan da bağırarak.
"Bırak çocuğu bırak! Kızım kendine gel!"
Genç kadını tuttuğu gibi geriye savurdu ve ağlama krizine girmiş olan çocuğu kucağına bastırdı. Kadın tekrar uzanmaya yeltenirken bağırdı yaşlı kadın.
"Bırak! N'apıyorsun sen?! Kendine gel artık!"
Çocuk, yaşlı kadının kucağında hıçkırırken, kadın onlardan az ilerde yere düşmüş, hala aç bir akbaba gibi onlara bakıyordu. Yaşlı kadın bir yandan sarı saçları okşayıp öperken, bir yandan da yatıştırmaya çalışıyordu. Az sonra o kırçıllı ses tekrar yankılandı odada.
"Sen karışma anne!" diye bağırdı ve aniden üzerlerine abandı, hıncını alamamış bir boksör misali.
Gözlerini yumdu. Kafasını dağıtmaktan kastettiği bu değildi oysa. Hiç değildi. Ama yine o yıllar, hain bir düşman gibi yakasına yapışmıştı işte. Ne yaptığını bile bilmeden sigara paketini çıkardı kotunun cebinden ve hızlıca yaktı bir tane. Kendini zehirleyerek öldürmeye yemin etmiş bir akıl hastası olma yolunda ilerlediğini hissediyordu. Rüzgar tekrar yüzünü yalarken, öyle bir nefes çekti ki, yanan kırmızılık bir anda yarıya geldi.
Akabinde kah boş boş gezerek, kah oturarak vakit öldürmeye uğraştı. Sonunda, vakti gerçekten de öldürmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Suç ve Bedel
Genç Kurguönceki hesabımı yanlışlıkla sildim kullanıcı adı cennetucar56 idi tüm hikayelerime burdan devam edeceğim umarım okunur..