Kendimi toparlamaya çalışarak babaannemin kollarından ayrıldım. Biraz daha bu kollarda kalırsam ağlayacağım kesindi. Ayağa kalkarak ''Üzerimi değiştireyim ben babaanne,'' dedim ve onun bir şey söylemesini beklemeden hızla içeriye girdim. Kaldığım odaya girdiğimde gözümden akan yaşları artık durduramıyordum. Gözyaşlarımın bu durum karşısında hiçbir faydası olmadığını bildiğim halde yine de kendimi ağlamaktan alıkoyamıyordum.
Birkaç dakika kendime ağlamak için izin verdikten sonra kendimi toparlayarak üzerimi değiştirdim. Altıma beyaz kısa bir şort üstüme ise sarı askılı bir bluz giydim. Saçlarımı sıkı bir topuz yaptım. Evden gelirken yanımda okumadığım tüm kitaplarımı da getirmiştim. Son anlarımı bunlarla değerlendirmek en mantıklısıydı. Boş kaldığım her an öleceğim gerçeğini düşünerek isyana sürükleniyordum ve bu yanlıştı. Ölüm elbet bir gün gelecekti. Benim kine sadece bir zaman biçilmişti. Daha fazlası değil.
Getirdiğim kitaplar arasından adı dikkatimi çekeni elime aldım. İki yüz sayfalık bir kitaptı. Kitabın adı dikkatimi çekmişti aslında. Ruhum yanıyor...
Kitabı da alarak odadan çıktım ve çardağa babaannemin yanına geçtim. Babaannem de fasulyeleri kırmayı bitirmişti.
''Ben şunu ocağa koyayım pişsin sana da soğuk bir vişne suyu getiriyim kızım,'' diyerek yanımdan uzaklaştı. Bir şey söylemeden sadece bir süre arkasından bakmakla yetindim. Hala anlamıyordum. Annem ve babaannemin arasının neden bozuk olduğunu ve hiçbir zaman da anlamayacaktım. Birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki. Bu durumda aralarının bozuk olması çok garipti. Düşünmemeye çalışarak telefonuma kulaklığımı taktım. Buraya gelmeden önce yeni bir hat almıştım. Ailem dışında kimsenin bana ulaşmasını istemiyordum. Arkadaşlarımdan biri aradığında nasıl konuşabileceğimi bile bilmiyordum. En iyisi buydu.
Müziğimi açarak kulaklığımı taktım. Kitabın ilk sayfasını açtığımda ''İnsan'ın hep canı yanmaz ya arada ruhu da yanar... Belki en çokta ruhu yanar,'' sözüyle daha fazla merak etmeye başlayarak kitabın ilk bölümüne başladım.
''Can ve ruh... Birbirinden kopamayan iki parça fakat acıları tamamen birbiriyle alakasız... Öyle ki insanın canı yanarken aynı zaman da ruhu yanmaz. Aslında sorun yanlış anlamlarda. Can yanması daha çok fiziksel bir ağrıyı kastediyor ama insanların günlük yaşamda kullandığı tabirlerde ruhun yanmasını da karşılar bir hale gelmiş. Daha detaylı açmak gerekse konuyu bedenimizde ki bir uzvumuzda oluşan fiziksel bir hasar can yanması olarak ele alınıyorken, sevgilisinden ayrılan bireyin hissettiği acı da can yanması olarak algılanıyor. Oysa durum böyle değil! Böyle olmamalı! Hangimiz sevgilimizden ayrıldık diye kolumuz ya da bacağımız ayrıldı? Ya da hangimiz sevdiğimiz birini kaybettiğinde fiziksel bir acı çektik? Sevgilimizden ayrıldığımızda yaşadığımız acı ya da bir kayıpta hissettiğimiz acı canla değil ruhla alakalıdır.
Peki, gelelim ruh yanmasına. Ruh yanması nedir? Ruhumuz o kadar hassas bir varlık ki her şeyden çok çabuk etkilenebiliyor. Her zaman ağlamaya, acı çekmeye fazlasıyla müsait. Canımız ise ruha göre daha dayanıklı. Fiziksel bir ağrı olmadığı sürece ya da bir yerimizde herhangi fiziksel bir hasar meydana gelmediği sürece canımızda da yanma olmaz. Ama ruh öyle mi? Ruh küçük bir çocuk gibi her şeyden etkilenip, her şeye ağlamaya müsait. Ya benim istediğim olacak ya da ağlarım kafa yapısında çalışıyor. Nasıl bir çocuğa istediği bir şeyi almadığında aldırana kadar ağlar... Ruhta öyle işte... İstediği olana kadar size tüm acıları yaşatır. Gözünüzden bir damla dahi yaş dökülmeyebilir bazen ama içten içe ağlarsınız. Bu ağlamayı somut olarak algılamayın. Soyut düşünelim biraz. Ruh'un ağlaması birçok yolla olur. Üzgün bir yüz ifadesi... Ailenle daha az zaman geçirmek... Arkadaşlarına karşı saldırgan tavırların... Sevdiğin hiçbir şeyi yapmak istememen... O kadar çok çeşidi vardı ki ruhun ağlamasının sınıflandırmak imkânsız. Her bireyde farklı etkileşimler gösterir genel olarak.''
Kitaba o kadar çok dalmışım ki babaannemin beni dürtmesiyle anca kendime gelebildim. Yanıma oturmuştu.
''Kızım iyi misin?''
''İyiyim babaanne... Kitaba daldım bir an.''
''Hadi iç vişne suyunu. Kendime de getirdim...''
Gülümseyerek vişne suyumdan büyük bir yudum aldım. Bu hayatta en çok sevdiğim şeyler arasında başta yer alırdı vişne suyu.
''Dedem nerede?''
''Aman deden nerede olabilir arkadaşlarıyla kahvede çay içiyor sohbet ediyordur. Bu erkekler aslında kadınlarda daha dedikoducu da işte bir kere biz kadınların adı çıkmış.''
Kahkaha atmama engel olamadım. Babaannemle dedem kendimi bildim bileli böylelerdi. Hem birbirleriyle delicesine uğraşırlar hem de birbirlerinin gözlerinin içine bakarlardı. Çocukken çok özenirdim onlara. Böyle bir evlilik, böyle bir ev isterdim. Tabii büyüdükçe hayallerimde büyümüştü. Yurt dışında bir hayat, kariyerimde bir numara belki sonra bir evlilik eklemiştim. Nasıl da bir şımarıklıkmış oysa yaptığım.
Babaannem gözlüğünü takarak masanın üzerinde ki elişi çantasını aldı. ''Sen kitabını oku kızım bende dantelimi yapayım.''
''Olur, babaanne,'' diyerek tekrar kitabıma döndüm.
''Ruh yanması ve can yanması arasında o kadar bariz farklar vardır ki aslında insan biraz düşününce bu farklı çok rahat keşfedebilir. Tabii biz insanlar genel olarak düşünmek yerine kalıplaşmış düşüncelerini beynimize yerleştirmeyi daha çok severiz o ayrı konu. Peki, hadi düşündüğümüzü düşünelim. Şimdi ne yapıyoruz? Hep birlikte düşünüyoruz. İlk soru:
Can mı daha çok yanar ruh mu?''
Kitabı kapattım. Birinci bölüm bitmişti. Anlaşılan bölümler bu şekilde kısa kısaydı. Kitapta ki soruya takıldı kafam. Can ve ruh... Hiç birbirinden ayrı olduğunu düşünmemiştim. Bana göre canda birde ruhtu. Kitap ilgince benziyordu ama sorduğu soruya verebilecek bir cevabım yoktu. O yüzden en iyisi ikinci bölümü okumaktı. İkinci bölümü açtığımda kulaklığımda müzik kesildi ve telefona baktığımda annemin arıyor olduğunu gördüm. Bir şey söylemeden oturduğum yerden kalkarak bahçenin uzak bir köşesine gittim.
Telefonu açtığımda annemin ''Ahla,'' diyen sesiyle gözümden bir damla yaş aktı. Kendimi güçlü tutmaya çalışarak ''Efendim anne,'' diye cevap verdim.
''Kızım... İyi misin yavrum?''
Değilim... İyi falan değilim anne.
''İyiyim anne sen nasılsın?''
''Bende iyiyim kızım. Seni çok merak ediyorum. Bak istersen geri dön.''
''Dönmeyeceğim anne.''
''Ahla biz seni çok özlüyoruz.''
Ağladığı sesinden ve kesik kesik gelen nefesinden anlaşılıyordu. Artık bende kendimi tutamıyordum. Gözlerimi yakan yaşları serbest bıraktım. Bende çok özlemiştim. Annemi, babamı, Ali'yi...
Konuyu değiştirmeye çalışarak ''Ali nasıl anne?'' diye sordum.
''Okulda Ali.''
''Onu çok özlediğimi söyle ve benim yerime sarıl anne... Olur mu?''
''Olur, olur da o da seni çok özledi yavrum.''
''Anne, kapatmam gerek.''
Annemin bir şey söylemesini beklemeden kapattım. Artık ne ağzımdan kaçan hıçkırıklara ne de gözümden akan yaşlara engel olabiliyordum. Dayanamıyordum ben buna. Dayanamıyordum. Neden ben diye sormamak istiyordum. İsyan etmek istemiyordum... Allah'ım sen bana dayanma gücü var. Nefesim kesiliyordu artık. Bu... Bu çok canımı yakıyordu. Ben... Ben bunu kaldıramıyorum.
''Ahla...''
Duyduğum sesle hızla arkama döndüğümde Mehmet'i karşımda buldum. Kaşları çatık bir halde bana bakıyordu. Ne zamandan beri arkamda olduğunu bilmiyordum ama şu an umurumda da değildi. Hiçbir şey söylemeden onun boynuna sarıldım ve içimden geldiğince ağlamaya devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İnci Taneleri
Romanzi rosa / ChickLitGökyüzü ruh halimi anlamış gibi fazlasıyla kapalıydı. Tıpkı kalbimde ki kasvet gibiydi. Birazdan da gözyaşlarıma uyum sağlayıp yağmaya başlayacaktı. Imm nasıl başlayacağımı bilemiyorum aslında fakat bir yerden başlamalıyım dimi? Ben Ahla. Adımın a...