Scorpius Malfoy
Her zamanki gibi, dikkatini vermiyordu. Lily Luna yanımda, Sihir Tarihi'nde dersi dinleyen nadir kişilerden birinin yanında oturuyor, ve uyuyordu. Kendimi onu izlerken bulmuştum. Turuncu saçları yüzünü biraz kaplıyordu. Çok masum uyuyordu. Çok.. Güzeldi. Kızardığımı hissediyordum. Bir süre sonra kızarıklığım kızgınlığa geçti. Neden konsantre olamıyordum?!
Saçlarımı çektim. Muhtemelen benim onu seyrettiğimi fark eden yanımda oturan Albus, yani en iyi arkadaşım, bana omuz attı. Ama bu omuz atışı, kanka seninki geliyo bakışı değildi. Bu korumacı abi ve uyarı omuz atışlarındandı. Kaşları ve gözleriyle bana öğretmenin olduğu tarafı gösterdi.
"Mr Malfoy? Sorunun cevabını alabilir miyim acaba?"
"Üzgünüm Profesör, soru neydi?"
"Merlin, hangi binadaydı?"
Sessizlik oldu. Bu bu derste bilmediğim nadir şeylerden biriydi. Sınıfta sadece Beth'in eli havadaydı. Diğerleri dersi dinlemiyordu zaten. Biraz düşündüm. Sonra yanımdan bir ses duydum.
"Slytherin."
Çok kısık bir sesti. Sesin geldiği yere baktım. Lily'den gelmişti. Ona hızlıca minnet dolu- ve belki biraz şaşırmış ve etkilenmiş de olabilir- bakışlarımı atıp Profesör'e döndüm.
"Slytherin, mi efendim?"
"Doğru. Yerine oturabilirsin."
Yerime oturduğumda Gryffindor'a puan kazandıramayan Bethany'nin homurtuları dersi bastırmaya başlamıştı. Ama Profösörün pek taktığı yoktu.
Albus ve ben bu dersten kalmıştık. Bu yüzden bizden 1 yaş küçüklerle ders işliyorduk.
"Teşekkürler." dedim.
Gülümsedi.
Lily, ben ayağı kalktıktan sonra bir daha uyumamıştı. Ama dersi de çok dinlediği yoktu-her zamanki gibi. Dersleri nasıl geçtiğini anlayamıyordum. Herhalde o da, aynı derste dinlemeyip, sonra çok çalışanlardandı.
Bana çok uzun gelen-sınıfın tamamına da öyle- bir süreden sonra ders bitti. Bir sonraki ders İksir'di. Profesör Longbottom gayet iyi bir öğretmendi. Bize hep eski İksir Hoca'sı ve aynı zamanda Slytherin'in eski Öğretmeni'nin ona ne kadar çok kızdığını ve bu derste yeteneksiz olduğunu söylediğini anlatırdı.
*
"Jackson, sen bir dahisin."
"Biliyorun Lily, her zaman söylemene gerek yok. Aslında bazen Rawenclaw olduğumu düşünüyorum"
"Jackson ve egosu." Lily'nin sesi sahte bir hayranlıkla dolu gibiydi. İki saniye sessizlik oldu. Sonra karanlık koridorun sesini kahkaha aldı.
"Tanrım gerçekten, birinci sınıflardan Jane'nin saçını açık pembeye boyamak- dahiyane. Bence durumundan o kadar şikayetçi olmaz. Kızın üniformasını gördün mü? Koyabildiği her yere pembe koyuyor zaten."
"Değil mi? Soyadı Umbridge olsa şaşmazdım. Öğrenci Başkan'ı olursa herhalde rozetini pembeye boyardı"
Koridor tekrar kahkahayla doldu.
Saat akşamın 10'uydu. Ama Jackson ve Lily gruplarından temsilci oldukları için, geceleri biraz daha dolaşmalarına izin veriliyordu. Daha doğrusu yatakhanelerine gitmemelerine bir şey denmiyordu.
Jackson Wood, Oliver Wood'un oğluydu. Babamın zamanında Oliver Wood Gryffindor'un Quiditch kaptanıymış. Çoğu kişi James ve Alice -Jackson'un bir de kendinden 3 yaş büyük bir ablası var. Alice Wood. O da Gryffindor Quiditch takımının kovalayıcılarından biri. James ile çıkıyor ve yardımcı kaptandır.-mezun olduktan sonra, Jackson'ın kaptan, Lily'nin de yardımcı kaptan olacağını düşünüyor. Eh, Jackson'ın Quiditch dışında umursadığı nadir şeylerden bir diğeri ise okulda şaka yapmaktı. En az Lily kadar.
Lily, en büyük abisi James, kuzeni Fred ve ekibiyle- Bethany Black, Jackson Wood, Travis Finnigan ve Hugo Weasley- okulda şaka ekibi olarak anılırdı. James ve Fred onlarla genelde sadece şaka planlarken takılırdı. Ama ekiplerine ara sıra musallat olmadıklarını söylemek büyük bir yalan olurdu. Gerçi grubu kuran Hugo, Fred ve Lily'den çok gurur duyan amcaları George'nin Roxanne'nin dediğine göre gözlerinin dolduğunu söylüyor. Hem üzüntü, hem gurur.
Onlar konuşmaya ve gülmeye devam ederken kendimi kızgın buldum. Sorun temsilci olmaları değildi- ben de bir temsilciydim. Onları duymamın nedeni de buydu. Ben de yatakhanemin dışındaydım. Sorun Jackson'ı kıskanmam'dı. Lily ile Jackson kadar iyi arkadaş olmayı o kadar çok dilerdim ki. Lily'den onu neredeyse ilk gördüğüm andan itibaren hoşlanmaya başlamıştım. Onları bırakıp koridorda yürümeye devam ettim. Yatakhaneye dönmeme daha neredeyse bir saat vardı. Kütüphaneye gitmeye karar verdim. O yaşlı adam-Sihir Tarihi Profesörü- (Yazar Notu: Tabiki de o Profösörün adını unutmadım mal mısın?)
bize kompozisyon ödevi vermişti.
Kütüphaneye giderken Albus'la karşılaştık. Gayet ciddi bir şekilde,
"İmza mı dağıtıyordun Potter?"
diye sordum. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Albus da gayet ciddi ancak içinden gülmekten karnı ağırmış bir şekilde, "Kapa çeneni Malfoy." dedi. Sesi gayet soğuktu.
5 saniye sonra en az Lily ve Jackson kadar kahkaha atmaya başladık.
"Asla eskimiyor değil mi?"
"Asla."
Kahkahaların arasından ancak bunları söyleyebilmiştik.
Albus'la iyi arkadaş olmamızın nedenlerinden biri de buydu. Bizim yaşımızdayken babalarımız düşmanmış. Biz de Albus'la onlar gibi davranıp, daha sonra karnımız ağrıyana kadar gülüyorduk. Ve cidden eskimiyordu.