Bu gün gökyüzü de içim gibi karanlıktı. Bırakın Güneş'in aydınlığını, o iç karartan bulutların arasından ışık bile sızmıyordu. Antalya da Londra yazını yaşıyorduk.
Bir yandan "Bir kız için hiç bir şey değmezmiş." derken hala onu sevdiğimi hissedebiliyordum. Evet, gerçekten içimde bir iç savaş çıkmış olmalıydı. Ne kadar ilginç değil mi? Bir yanım ondan, yaptıklarından nefret ederken diğer yanım her şeye rağmen onu sevmeye devam ediyordu. Devam da edecek gibi duruyordu. Taa ki bardağı taşıran o son damlaya kadar... Tamam, beni sevmeyebilir, başkasından da hoşlanabilir ama internet sitesinden daha yeni tanıştığı kendisinden büyük apaçi tipli bir kekoya telefon numarasını vermiş olması bambaşka bir şeydi. Gerçi şimdi düşünüyorum da bundan banane...
O an o kadar sinirlenmiştim ki ona karşı olan tüm sevgi duygularım ölmüştü. Hatta ona zarar vermek bile istemiştim. Hiddetle yerimden kalktım ve o sinirle sınıf kapılarına dayanmıştım ki o ıssız, soğuk ve yarıya kadar insana itici gelen bir pembeyle boyanmış okul koridorunda kendimi buldum. Evet, biraz saçma geliyor ama uyanıkken rüya görüyor gibiydim. Kendimi, koridorun sonundaki içerisinden ufak bir ışık süzmesi sızan pencerenin önünde görüyordum. Olduğum yerde donmuş kalmıştım. Aynı benim gibi görünüyordu. Yoksa klonlanma bulunmuştu da benim mi haberim yoktu? Bulunmuş olsa bile neden beni klonlasınlar ki? Tamam, hadi 6 milyar insanın içerisinde beni seçmiş olsunlar. Nereden bulacaklarsa artık? Hadi bulmuş olsunlar haberim olmadan nasıl klonlayacaklardı ki? Bu yüzden klonlama işi yatar. Yatardı da tıpa tıp aynım başka nasıl bir açıklaması olabilirdi? Yoksa en sonunda Beste'yi düşünmekten kafayı mı yemiştim? Yok canım daha neler. Kendim bana "Yapma Ozan, ona zarar veremeyeceğini ikimizde iyi biliyoruz." diyordu. Allah Allah, sesi de tıpa tıp benim sesimle aynıydı. Ama çok korkmuştum. Gerçekten çok korkmuştum. Yani bu durumu hiçbir fizik kuralı açıklayamazdı. Dilim tutulmuş, ayaklarım taş kesilmişti. Yani ne konuşabiliyor, ne de hareket edebiliyordum. Bu yüzden kaçmayı düşünürken kaçamamıştım. Bunu karşımdaki ben fark etmiş olmalı ki "Gerçeklerden kaçamazsın." dedi ve ekledi "Ozan, bırak onu, senin değerini bilemedi. Senin zarar görmene izin veremem çünkü sen zarar görürsen ben de zarar görürüm.".
Gözlerimi bir kere daha kırptığım zaman koridor yine ıssız yine soğuktu. İçim ürperdi bir an. Hala o kocaman pembe koridorun ortasında yapa yalnız onun yine aynı itici pembe ile boyanmış sınıf kapısının önünde bekliyordum. Bir kez daha gördüğümü düşündüğüm şeyleri düşündüm. Belki gerçekti belki de sadece bir rüyaydı fakat söylediklerinin her kelimesinde haklıydı. Gerçi son söylediklerini pek anlamamıştım ama olsun onlarda da haklıdır herhalde. Sonuçta o bendim. Kendi dediklerime mi inanmayacaktım? Hıh... Besti'yi incitemezdim ancak telefon numarasını verdiği çocuğun canını pekâlâ yakabilirdim. Ama çocuğun ne suçu vardı ki? Hem dövecek olsam bile çocuğu nereden bulacaktım. Ama hala sinirimi alamamıştım.
Sinirden etrafa saldırıyor ve ağlıyordum. Kim demiş erkekler ağlamaz diye? Artık kendime zarar vermeye başlamıştım. Ne yapayım? Sinirimi almam lazımdı. Duvarları yumrukluyor, ellerime kalem batırıyordum. Daha doğrusu o sinirle batırdığımı zannediyordum. Tamam, kalem elimin içine giriyordu ama o an fark edemediğim bir şey vardı...
Artık biraz biraz sakinleşmiştim. Ama her yerde, her an aklımda o vardı. O ve bana yaptıkları... Sürekli duygularımla nasıl oynadığı geliyordu aklıma. Kafayı yiyecektim. Kafamı dağıtmaya, olanları ve Beste'yi unutmaya çalıştıkça daha çok aklıma kazınıyor gibiydi. Unutamıyordum. Ama unutmalıydım. Sadece bir sorun vardı 'NASIL ?'.
Arkadaşlarla dışarı çıktık, gezdik. Sinemaya gittik oradan falezler derken Antalya'nın altını üstüne getirdik. Peki neden? Sırf kafam dağılsın diye beni her yere sürüklediler ama nafile... Hala kafamın içindeydi ve sürekli tekrar tekrar aynı şeyleri yapıyordu. Yurda döndüğümüzde sonuç hüsrandı. Anlayacağın arkadaşlarımın çabaları boşa gitmişti. Evet, hala unutamamıştım. Ne kadar beceriksizim değil mi? Unutmayı bile beceremiyorum.
Günüm böyleydi işte. Birisine değer verdim. O birisi ise değerimi aldı ve oyuncak gibi oynadı. Sonra da sıkıldı ve duvara atıp kırdı. Artık annesinden yenisini isteyebilirdi.
Tabi ben bunları yazarken odadaki herkes uyudu ve ben yine düşüncelerimle baş başayım. Kafayı yiyeceğim yaaa...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ben & Ben
Science FictionBir gün kendinizi, kendi kendiz ile mantıksız bir şekilde konuşurken bulsanız nasıl hissederdiniz? Ben korktum ve delirmemek için günlük tutmaya karar verdim. Günlük tutmaya bu olaylar yaşandıktan 2-3 gün sonra karar verdim ve daha öncesini hatırlad...