Ölümün sadece izlediğim filmlerde ve okuduğum kitaplarda olmasını isterdim. Hani şu kendi gözyaşlarımızda boğulmamıza sebep olacak türdeki hikâyelerden. Titanic'te aptal bir tahta parçasına ikisi de sığamadığı için Jake'in Rose uğruna kendini feda etmesini kabullenemiyordum. Ne yani koca okyanustaki lanet olası tek tahta parçası o muydu? Batan bir geminin aşık bir adamı kurtaracak tek bir parçası bile yok muydu? Jake ölmemeliydi, o gemiden ikisi de kurtulmalıydı ve bu sonsuz aşkı tüm dünyaya birlikte anlatmalılardı... Daha sonra kendime bunun bir film olduğunu hatırlatıp gülüyordum. Bir keresinde Gece Yolu adında bir kitap okumuştum. En yakın arkadaşının kendisinin sebep olduğu trafik kazası yüzüne ölmesi üzerine hapis yatan bir kızdan bahsediliyordu. Üstelik ölen kızın ikiz erkek kardeşi bu kızın sevgilisiydi. Kendimi o kızın yerine koyup kitabı bitirene kadar ağlamıştım. Evet, izlediğim filmlerle ve okuduğum kitaplarla başka hayatlarda can bulmak hoşuma gidiyordu. Kendimi farklı karakterlerin yerine koyup o olayları yaşamı seviyordum. Kendi dünyamın kahramanıydım. İstediğim zaman ise gerçek dünyaya dönebiliyordum. Rose gibi sevdiğim adamın gözlerimin önünde ölmesini izlerken gözlerimi açtığımda oyuncak koalama sarılmış halde televizyon karşısında uyanmayı seviyordum. Her şey normale dönüyor ve ben rutin yaşantıma geri dönüyordum. Ne yazık ki ölümün sadece benim hayal dünyam olmadığını anlamam pek uzun sürmeyecekti. Ve ben ölümü sonsuza kadar affetmeyecektim.
1.BÖLÜM
Gözkapaklarımı güçlükle araladım. Duyduğum sesler karşısında gözlerimi devirip yana doğru döndüm ve örtüyü yüzüme çektim. Gün boyu yataktan kalkmamaya kararlıydım. Gözlerimi tekrar kapayıp uykuya dalmaya hazırlanmıştım ki kapım yumruklanmaya başladı. Acıyla iç geçirip örtüyü yüzümden attım.
"Ne var?" Kapı hızla açıldı ve sersem erkek kardeşim odama daldı. Üzerinde sadece alt tarafını örten bir havlu vardı. Saçları ıslaktı ve elindeki tarağı bana sallayarak sırıtıyordu. "Lanet olsun Clay bir kez olsun normal bir insan gibi davranamaz mısın?" dedim. Yüzündeki kusursuz gülümsemesine sağ yanağındaki gamze eşlik ediyordu. Yanıma yaklaşarak gülümsemeye devam etti.
"Bazı kızlar benim bir insan olmadığımı söylüyor. Onlara göre bir tanrıymışım bebeğim." Vücudunu işaret ederek göz kırptı.
Tekrar gözlerimi devirip isteksizce doğruldum. "Neyse ki ikiz kardeşinim. O kızlardan biri olmadığım için şanslıyım." Derken esnedim. Anlaşılan uykusuz bir gün geçirecektim.
"Neyse ki." Alnımdan öperken ıslak saçları yüzümü ıslattı. Yüzümü buruşturup onu geriye ittim. Uykum açılmaya başlamıştı. Dağılan saçlarımı elimle toplayıp ayağa kalktım. "Ne istiyorsun Clay saat sabahın altısı. Bu enerjiyi nereden buluyorsun anlamıyorum. Her sabah elindeki tarağa şarkı söylemeni dinleyerek uyanmaktan bıktım. Ayrıca sesin berbat!"
Clay sahte bir üzüntüyle dudaklarını büzdü. "Sesim de vücudum kadar iyi olsaydı gerçek bir tanrı olurdum Annie. Ama konumuz bu değil. Bugün Bella'yla buluşacağım. Bana yardım etmen gerek."
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Aman Tanrım, bugünü not almam gerekecek. Clay Denton bugün benden yardım istedi. Hem de bir kız için!" yüzündeki sıkkın ifadeyi görünce dalga geçmediğini anladım. "Vay canına, sen ciddisin. Pekala bana on beş dakika ver hemen geliyorum." Dolabımdan elime geçen birkaç parça kıyafeti alıp banyoya koştum. Hızlıca bir duş alıp saçlarımı kuruttum. Üzerime kot pantolonumu ve üstünde panda resmi olan siyah t-shirtümü giyip saçlarımı yukardan topladım. Odaya geldiğimde Clay hala havluyla oturuyordu. "Neden hala giyinmedin?"
"Zaten bu konuda yardım istiyordum. Ben... Tanrım bunu söylediğime inanamıyorum." İç geçirip sözlerine devam etti. " Ben bugünün özel olmasını istiyorum tamam mı? Yani bu sefer biraz farklı Annie. Anlıyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SONSUZ
FantasyAnnie Denton kendi yarattığı dünyanın başkahramanıydı. Ta ki ikiz erkek kardeşinin ölümüyle sarsılana kadar... Hayatındaki herkesin öleceğini düşünmeye başlayan Annie bu korkuyu üzerinden atlatmakta güçlük çekerken gizemli bir adamın karşısına çıkm...