Sizce dünyanın sonunu ne getirir? 3. Dünya Savaşı mı, bir süper bomba mı? Yoksa küresel ısınma ile bozulan doğal denge mi? Hiçbirisi, dünyanın sonunu hızlı nüfus artışı getirecek. Aslında her şey 2. Sanayi Devrimi diye de anılan ilaç ve kimya sektöründeki yükselişle başladı. İnsanoğlunun üreme grafiği hızlı doğum ve hızlı ölüm şeklindeydi. Yani insanlar çok çocuk yapıyorlardı ancak hastalıklar, kötü yaşam koşulları, genç yaşta ve kitleler halinde ölümlere yol açıyordu. Bu da dünyadaki dengeyi sağlıyordu. Ancak çamaşır suyu ve antibiyotiklerin bulunması, üreme alışkanlığını değiştirmemiş insanoğlunun ömrünü uzattı ve en önemlisi yaşayan insan sayısını artırdı. Bir de buna, İngiliz bir doktorun tıp bilimine getirdiği, hastalık teşhisi için tümden gelim yöntemlerinin kullanılması ile hastalığın kaynağının araştırılması eklenince; kolera gibi kitleleri süpüren hastalıklar etkisini kaybetti.
Tüm bunlar daha iyi ve daha gelişmiş gözükse de aslında öyle değil. Çünkü o günlerden beri, maksimum 4 milyar insanı taşıyabilecek olan dünya, nüfus artışı ile yok oluyor. Nüfus artışı bugün gelişmişlik düzeyi ve refah seviyesine göre ülkeden ülkeye değişmektedir. Asya'daki Çin ve Hindistan nüfus artışının en şiddetli yaşandığı ülkelerdir. Aslında üreme alışkanlıkları açısından bakıldığında Afrika ülkerinde, Çin ve Hindistan'dan daha fazla çocuk yapılmaktadır. Fakat gelişmemiş bu ülkelerde her 3 saniyede bir çocuk ölmektedir. Bu da sayının Çin'e yetişmesini engellemektedir. Peki Afrika'da neden daha çok insan ölüyor ve insan ömrü neden daha kısa? Sadece son kullanma tarihi geçtiği için tonlarca ilacı çöpe atan U.S.A. ve Avrupalı ilaç firmaları neden ilacı Afrika'daki fakir insanlarla paylaşmıyorlar? Tüm bu soruların cevabı insanlıktan tamamen uzak olarak; para... İlaç firmaları ilacı bedava verdikleri takdirde, kendi ülkelerinde ilaca olan talebin ve talep fiyatının düşmesinden korkmaktadırlar. Teknolojik gelişmeler, silah teknolojilerini de geliştirmekte, bugün savunma için üretilen silahlar yarın gereksiz kalmaktadır çünkü son teknoloji değilseler işe yaramazlar. Gereksiz silahlar gelişmemiş ülkelere satılabilirler. Ama bunun için her arz kendi talebini yaratmalı yani bu ülkelerde çatışma ve kaos ortamı oluşturularak silahlara pazar bulunmaktadır. Gelişimini tamamlayan 'Batı'nın medeni(!) ülkeleri', gelişmemiş ülkelerdeki masumların kanlarıyla ellerini çoktan kirletmişlerdir. Peki gelişmemiş ülkeler diğerlerini nasıl yakalayabilirler?
Daha az üreyerek! Bir tarladaki sık ekilmiş bitkileri düşünün; bu bitkiler asla olgun ve verimli olamazlar. Bir ailedeki çok çocuk da aynı şekildedir. On çocuğunuz olduğunu ve hepsini doyurmak, giydirmek ve eğitmek zorunda olduğunuzu düşünün; bu çok zor olur. Hepsinin üniversiteye gitmesi ise neredeyse imkansız olur. Çin, dünya pazarında nüfus fazlalığını etkili şekilde kullanmayı başardı. Peki Çin'de yaşayanlar için hayat şartları nasıl? Günde 1 dolara, 8 saat çalışır mıydınız mesela? Size bir Türk atasözü sözleyeyim, biraz argo ama hoş görün çünkü durumu çok güzel özetliyor. Nerde çokluk(kalabalık), orda bokluk. Tüm savaş ve çatışmalar kıt kaynakları paylaşamamaktan. Cidden kaynaklar şu an yetersiz mi? Yani Afrika'da açlık ve açlığın yol açtığı hastalıklar sebebiyle ölen insan sayısı U.S.A.'de obezite ve obezitenin sebep olduğu hastalıklardan ölen insan sayısıyla aynı. Niye daha az üreyip elimizdekileri paylaşmıyoruz? Bu daha medeni olmaz mıydı?
Nüfus artışı bu hızla giderse dünyada bizden başka hiçbir canlıya yer kalmayacak ve bencil insan nesli yaşamak için diğer canlılara ihtiyaç duyduğunu kabul etmeli. Nüfus artışı bu grafikle artarsa sadece 100 yıl sonra tüm içme suları tükenecektir. İroniktir ama sayımızın artması nesilimizin tükenmesine neden olacak. Peki çözüm nedir? Çözüm gelişmiş ülkelerin teknoloji ve refahı paşlaşmasında yatmaktadır. Gelişmemiş ülkelerin eğitilmesi ve eşitlikte yatmaktadır. Refaha ulaşan insanoğlu daima kendini kültürel anlamda geliştirmekte ve daha az üremektedir; bu doğal çözümdür. Savaş ve hastalıkla ölen kitleler sadece insanlığın ayıbı olabilir.
Çözüm arayışı uluslararası kuruşlara düşüyor ama dünya devi devletler, Kiyoto Protokolü gibi çevre projelerine imza atmaktan geri duruyorlar. Sera gazı salınımını kısıtlayan anlaşmalarda ise durum pek de iç açıcı değil. Her ülkeye, belirli metre küpte gaz salınımına izin veriliyor ancak bu kota aşıldığı taktirde ceza olarak bir para ödeniyor. Tabi sanayi devi ülkeler bunun da yolunu bulmuş durumdalar; kotayı nerdeyse hiç harcamayan gelişmemiş ülkelerden, para karşılığı gaz salınımı hakkını satın almaktadırlar. Yani kaybeden yine DÜNYA.
Bizler yani sade vatandaşlar ne yapabiliriz peki? (Az çocuk yapmak dışında elbette.) Tüketim toplumu olmaktan kaçınabiliriz. Firmaların reklamlar aracılığıyla bize empoze ettiği; daha iyisini almalıyım mantığından vazgeçmeliyiz. Yeni yetişen çocuklarımıza bunu bir prensip gibi öğretebilirsek, gelecekte su savaşları yerine huzur ve barış hüküm sürebilir. Deniz suyunu arıtıp içme suyu yapacak makineyi de bulsanız, bu bencil zihniyetle insanoğlu, okyanusları bile er ya da geç kurutur.
O yüzden esas çözüm; insanı eğitip, bilinçlendirmekte yatmaktadır. Firmaların yegane amacı, kâr elde etmek iken dünyanın hiç şansı yok. Oysa bindiğimiz dalı kesiyoruz, bunu göremeyecek kadar mı para hırsı bürüdü gözümüzü, bu kadar mı düşüncesiz olduk? Üzerinde yaşayabileceğimiz başka bir dünya yok! Öncelikle bunu anlamalı ve dünyayı sömürülecek bir şey olarak görmekten vazgeçmeliyiz. Şehrinizde bir sanayi tesisi var mı bilmiyorum ama benim yaşadığım şehirde var ve bacalarında filitre yok. Ağaçların yapraklarını beyaz bir toz kaplıyor ve nefes alamadıkları için verimsizleşip yavaş yavaş kuruyorlar. Oysa bize oksijeni sağlayan ağaçlar ve yaşamak için ihtiyacımız olan havadan vazgeçiyoruz.
Devletler, sözde ekonomik kalkınmayı bahane ederek ekolojik yaşamın katledilmesine göz yumuyorlar. Burda bize düşen görev, yöneticilerimizi seçerken, çevre dostu projeleri ile ön plana çıkan siyasileri desteklemek ya da kamu oyu oluşturarak siyasi partilerin bu yöndeki eğilimlerini artırmak. Green Peace, dünyada yapısı itibariyle bir eşi daha olmayan tek kuruluştur. Hiçbir ülke ve devlete bağlı değildir. Buna rağmen uluslararası kuruluşlar arasında, etkili olan bir örgüttür. Ve Green Peace kamu oyu etkisinin en güçlü ve canlı örneği olarak karşımızdadır. Bu da ekolojik yaşamı korumak için örgütlenmemiz ve özellikle eğitim ile bu bilinci yeni nesilde oluşturmamız gerektiğini gösterir.
Özetle, en kesin ve kökten çözüm; fikirlerimizi ve ekolojik yaşamı korumak adına yaşam biçimimizi değiştirmektir. Bu konuda yapılabilecek en kesin proje, toplum mühendisliği ile toplumsal bilinç ve yapıyı değistirmektir. Bu eğitim ve öğretim ile mümkündür. Dünyanın bir parçası olduğumuzu anlayıp, kabul etmeli ve bunu hayat felsefemiz haline getirmeliyiz. Aksi halde, bizler tüketip, yok etmeye programlı iken Dünya'ya benzerliğiyle dikkat çeken Jüpiter'in Titan adlı uydusunu bile uyumlu hale getirip oraya taşınmamız bile fayda vermez. Çünkü kısa sürede onu da mahvederiz...
"Beyaz adam annesi toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar.
Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentlerde huzur ve barış yoktur.
Bu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken çıkardığı tatlı sesler ve bir kelebeğin kanat çırpınışları duyulamaz.
Beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu, son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde anlayacak... "
(Kızılderili Şef Seattle - 1853)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tek Bir Dünya Var
Science FictionDünyamız, günden güne yok olurken, onu kurtarmak için en etkili çözüm nedir?